Skip to main content

Elektrik Otomasyon Projelerinde 3G Router Kullanımı

Elektrik şebekelerinin uzaktan kontrol ve kumandası tüm elektrik dağıtım şirketleri, elektrik üreticileri ve elektrik kullanıcıları için önemli bir konudur. Elektrik tesislerinin önemli bir bölümü şehir dışında ve bazen Telekom servis sağlayıcılarının sınırları dışında bulunmaktadır. Bu nedenle mobil iletişim bu sahalar için hızlı ekonomik ve pratik bir çözüm olarak gündeme gelmektedir.

3G şebekesi üzerinden çalışan router’lar kullanıcılara uzaktan kontrol ve kumanda için gerekli olan bant genişliğini sağlamakta hızlı kurulum ve devreye alma imkanı vermektedir.

Bu şebekede kullanılan 3G router’ların sağlaması gereken bazı özellikler bulunmaktadır. Genel olarak endüstriyel ortamlarda kullanılmak üzere tasarlanmış bu ürünlerin sahip olması gereken özelliklerden bazıları aşağıda sıralanmıştır.

ORTAM

Trafo merkezlerinde ortamdaki sıcaklığı değişebilir bu nedenle ürünlerin -20 +65 C’de çalışacak şekilde tasarlanmış olmaları gerekmektedir.

3G Router ciddi bir elektromanyetik alan altında çalışmaktadır bu nedenle bu manyetik ortamda çalışmak için gerekli olan aşağıdaki standartlarla uyumlu olmalıdır.

  • EMC Class A
  • Radiated Class A
  • IEC 61 000-4-2 Class 4 (Elektrostatik boşalım)
  • IEC 61 000-4-3 Class 4 (elektromanyetik radyasyon ve radyo dalgaları)
  • IEC 61 000-4-4 Class 4 (Elektriksel hızlı değişim)
  • IEC 61 000-4-5 Class 4 (Şok)
  • IEC 61 000-4-8 Class 4 (frekanslı elektromanyetizma)
  • IEC 61 000-4-10/11/12

Güvenli bir iletişim için 3G üzerinden kriptolu iletişimi desteklemelidir.

IPSEC, GRE, Open VPN vs.

Farklı ağları yedeklemek için VRRP desteklenmelidir. Bu sayede ADSL/G.SHDSL gibi kablolu bağlantıda kullanılan router’larda oluşacak bir arıza tolere edilebilir.

Ayrıca eski tip PLC/RTU’ların bağlanması için seri portunun bulunması ve seri Mod-Bus iletişimi Mod-Bus TCP’ye çevirebilecek yeteneklere sahip olması bazı uygulamalar için ihtiyaç olabilir.

Sahadaki uygulamalar dikkate alındığında ürünün DC voltajla beslenmesi, DIN tipi raylara monte edilebilmesi ve alarm çıkışlarının olması avantaj sağlayacaktır.

İş Sağlığı ve Güvenliği Geçim Kapısı mı Hayat Tarzı mı?

İş sağlığı ve güvenliği ile ilgili oluşan gündem ve alınan tedbirler yeterli olmasa da ciddi iyileşmeleri beraberinde getirdi. Bununla birlikte bir yaşam tarzı ve bilinci olması gereken güvenlik ve sağlık konusunu yasalarla düzenlemeye çalıştığımızdan olsa gerek, uygulamada ortaya garip sonuçlar ve örnekler çıkmaya başladı. Bu tür gariplikler engellenmeden iş sağlığı ve güvenliği konusunun bilinç haline dönüşmesi imkânsız görünüyor.

Pratik uygulamalarda (işini doğru yapan uzmanları tenzih ederim) kazaların önlenmesinden ziyade, bir kaza olduğunda ben nasıl sorumluluktan kaçarım yaklaşımı hâkim. Testi kırılmadan işçiyi döven bu yaklaşımda, işçiye veya yükleniciye bir tomar kâğıt imzalatılıyor, birçok kayıt oluşturuluyor, ciddi engellemeler ile olası kazalarda “ben uyarmıştım” demeyi mümkün kılacak alt yapı oluşturuluyor. Uygulama aşamasında ne bir takip, ne bir ikaz, ne bir ceza yok. Hatta İSG uzmanı şantiye sahasını dahi ziyaret etmiyor. Bir kaza olması durumunda ise başlangıçta imzalatılan evraklar devreye giriyor.

Bugün iş hayatında bulunan insan gücünün neredeyse tamamı, İSG konusunda gerekli bilince sahip değil. Hal böyle iken sergilenen bu yaklaşım, “siz bildiğiniz gibi çalışın, beni yakmayın yeter” yaklaşımıdır. Amaç yeni kayıtlar oluşturmak ve kâğıt israfı ise sorun yok! Amaç insan hayatını korumak ise bu yaklaşım temelden değiştirilmelidir.

Bir çalışanımın arkadaşları ile paylaştığı maili, sizlerle de paylaşmak istiyorum:

“Merhaba;

İSG hakkında yasadığım bir kaç olayı anlatmak istedim.

Öncelikle ben daha öncesinde İSG kıyafetlerini çok gerekli görmüyordum.

Fakat beton kaideyi yerine koyma esnasında ayağımın onun altında kalması ve çelik burunlu iş ayakkabısını kullandığım için ayağıma gelen 150 kg’lık beton bir zarar vermediğinde anladım o ayakkabının ne işe yaradığını. Kablo çekimi esnasında kafama gelen kablonun, baret kullandığım için zarar vermediğinde anladım baretin ne kadar faydalı olduğunu. Belki ben bunları kullanmasaydım ufak tefek sıyrıklarla atlatabilirdim. Ta ki dün gördüğüm bir kaza sonucu bir canlının ölümüne şahit olmam benim bir kez daha İSG konusunda daha dikkatli olmamı sağladı. Ekte o hayvanin cansız bedenini gönderiyorum. Yaptığımız iş her ne olursa olsun, bir vida sıkmak dâhil, gerekli olan İSG kıyafetlerini kullanalım.

Bir kere kullanırız hayatimiz kurtulur, bir kere kullanmayız hayatimiz sona erebilir. Tek bir şansımız var ikincisi olmayabilir. Onun için şansımızı İSG kıyafetlerini giyerek kullanalım. Ben kullandım pişman değilim.

Saygılarımla…”

 

Bu çalışanı İSG kurallarına uyması konusunda zorlamasaydık, baret takmadığında ikaz etmeseydik, yukarıda saydıklarını ayağını ezdikten sonra öğrenecekti ya da buna rağmen öğrenmeyecekti. Bu aşamadan sonra artık denetlemeseniz de kendi kendini koruyan bir personeliz var demektir. Buna rağmen denetlemeler devam etmeli. Elbette ki İSG çalışmalarında kayıtlar önemli ve mutlaka tutulmalı ama asıl önemli olan kazaların önlenmesi ise bunun yolu eğitim, denetim, ikaz, ceza hatta gerekiyorsa işten el çektirmedir.

Bu aşamada ise farklı bir tehdit devreye giriyor, tek bir yazı ile bir müteahhidi batırabilecek kadar yetkili bireyler ve birimler oluşuyor. Ne yazık ki ülkemizde, elindeki yetkiyi kişisel çıkar temini veya tehdit unsuru olarak kullanan insanlar azımsanmayacak kadar fazla. İSG çalışmalarında amaç, işçileri işsiz, işvereni işletmesiz bırakmak değil, işin olması gerektiği şekilde yapılmasını sağlamaktır. Bunun sağlanmasına dönük tedbirler alınmalı ve girişimcilerin, birilerinin elinde oyuncak olması engellenmelidir.

Daha şartname aşamasında risk analizleri yapılıp şartname ekine konulmalı ve olası yükleniciler riskler konusunda bilgilendirilmelidir. Çalışanlarda aranan vasıflar ve alınması gereken eğitimler ile kişisel koruyucu donanımlar mutlaka şartname eklerinde yer almalıdır. Elbette iş başlangıcında farklı riskler tespit edilip analiz genişletilecektir, lakin asgari seviye ihale öncesi ilan edilmelidir.

İş için gerekli uzman desteği yüklenici tarafından sağlanmamalıdır. Bu amaçla ayrı bir ihale ile “İSG uzmanlık işi” üçüncü bir kaynaktan tedarik edilmelidir. Böylece sadece evrak uzmanlığının önüne geçilebilir.

Pratikte oluşan bir diğer garip uygulama ise mahalledeki berber, kasap, kuaför vb. esnafı aylığa bağlayan kopyala yapıştır İSG uzmanları. Hazırladıkları bir risk analizini, aylık 300 TL gibi bir rakama tüm bu yüksek riskli (!) esnafa satıp, aylık iyi bir maaş kazanan ama işinin gereği olan diğer faaliyetleri asla yapmayan bu uzmanlar, bu sistemin doğurduğu ucubeler olarak karşımızda duruyor. Koca koca inşaat şantiyelerini dahi denetle(ye)meyen çalışma bakanlığının, bu esnafları denetlemesi zaten beklenmezken niçin asli görevlerini icra etsinler ki!

Birçok işte olduğu gibi İSG çalışmaları da kendi rantçılarını doğuruverdi. Asla gerçekten riskli olan işlerle ilgilenmeyen, sadece aylık faturasını gönderen bu güruha kim dur diyecek. İşin daha da garip tarafı bu süreçte işletmeler bazı zorunluluklardan kurtulmak için işçi çıkarmaya, kayıt dışı işçi çalıştırmaya yöneldi. Özel şoförünü sigortalı çalıştıran biri sadece bu çalışanı için iş yeri hekimi ve İSG uzmanı desteği almak zorunda kaldığını görünce farklı yol ve yöntem arayışına girdi. Kervan yolda dizilir diye çıktığımız bu yolculukta da ortalık toz duman oldu. Şimdi artık kervanı yoluna koyma zamanı. Ortaya çıkan garabetleri önleyici adımlar bir an önce atılmalı ve amacı insanı korumak olan sisteme bir an önce geçilmelidir.

İş sağlığı ve güvenliği yasası ile başlayan yolculuğumuzda hala inşaatlarda, madenlerde insanlar ölüyorken alınan tedbirlerin yetersizliğini tartışmak yerine, yasanın zaaflarına odaklanmak daha yapıcı olacaktır. Bu yasa ile ilgili atılan adımlar sadece sorumluluk savma yarışını tetiklemiş görünüyor. Asansör düştü on işçi hayatını kaybetti. Bu aşamada derhal evraklar devreye girdi. “Biz asansörü dış kaynakla aldık”, “asıl biz sizi uyardık yük taşımayın diye”, “öyle bir uyarı olmadı” vs. vs. İşçileri, posta başlarını, şantiye şeflerini, şantiye müdürlerini ve patronları dönüştürmeden alınacak bir yol yok. Ramak kalaları dikkate almayan sistemler, kazaları önleyemez. İSG eğitimini kağıt üstü göstermelik olmaktan çıkarmadan, risk analizini kopyala yapıştır evrak olarak görmekten vazgeçmeden, kişisel koruyu ekipmanı yük olarak algılamaktan vazgeçmeden, gerekli sertifikaları para ile satın almaktan vazgeçmeden, işe özel İSG uzmanı yaklaşımını geliştirmeden, bağımsız göz denetimini devreye sokmadan, ikaz, ceza ve el çektirme tedbirlerini devreye koymadan bu konuda atılacak her adım boşa çekilmiş kürek olarak kayda geçecektir.

Bir kere olsun kaza olmadan öğrensek olmaz mı?

Dijital Belediyecilik

Bilişim teknolojilerinin sunduğu imkânları kullanarak, kayıtların ve işlemlerin basılı evraklar yerine bilgisayar ortamında yapılmaya başlaması ile gündeme gelen dijital belediyecilik, teknolojide yaşanan gelişmelere bağlı olarak birçok defa anlam ve kapsam değişimine uğradı. Bu güne ait bir tanımlama yapacak olursak, belediye, vatandaş, kurumlar ve diğer paydaşların etkileşimlerinde uygulanan süreçlerin, bilgisayar programları vasıtasıyla yönetilmesi, kayıt altına alınması ve tekrar erişilebilir bir şekilde saklanması faaliyetlerinin tamamıdır diyebiliriz.

Bu süreç ilk dönemlerde gerek teknolojinin sınırlamaları gerekse de kullanıcıların ufukları dolayısıyla, muhasebe, stok, insan kaynakları gibi temel gereksinimlerin kayıtlarının tutulduğu ayrık yazılımlarla başladı. Bu aşama kullanıcının yazılım teknolojilerinin yapabileceklerini fark etmesini sağladı ve beklentileri yükseltti. Özellikle haberleşme teknolojilerinde meydana gelen gelişmeler, yükselen beklentilerin karşılanmasına fırsat verdi. ikinci aşamada belediyecilik işlemlerinin ve tüm kurumsal kaynak yönetiminin yürütüldüğü entegre yazılımlar üretilmeye ve kullanılmaya başlandı.

Gelinen son aşamada ise her türlü verinin hızlı erişilebilir kılınması çalışmaları hız kazandı. Bu çalışmaların neticesinde, sayısal arşiv, karar destek sistemleri, GIS, vatandaş ilişkileri yönetimi sistemleri, raporlama araçları vb. sistemlerle desteklenmiş proaktif yazılımlar ve şehirli ve diğer kurumlarla etkileşimli, elektronik imza vb. unsurlarla işlemleri sayısal ortamda sonlandıran, kolaylık ve hız sunan yazılımlar yaygınlaşmaya başladı.

Tüm bu gelişmeler, işlem sürelerinde azalma, bilgiye hızlı erişim, vatandaşla sürekli etkileşim, uzaktan işlem yapabilme, etkin raporlama, süreçlerde iyileşme, kişi bağımlığından kurtulma, tarafsız hizmet sunumu gibi hizmet kalitesini artırıcı ve iyileşmeyi destekleyici sonuçların elde edilmesini sağladı.

Yaşanan bu süreç belediyeler için yeni ihtiyaçların da doğmasına sebep oldu. Başlangıçta tamamen hizmet birimi olan bilişim şeflikleri veya müdürlükleri, stratejik değere sahip birimler haline dönüşmeye başladı. Kurumun ihtiyaç duyduğu makine parkı ve eğitilmiş personel ihtiyaçları bir yana, haberleşme alt yapıları, veri saklama ortamları, afet senaryoları, sürekli güncellemeler, teknolojik adaptasyon, lisanslar, veri güvenliği ve gizliliği gibi birçok konu gündeme geldi ve tüm bu işler özellikle küçük belediyeler için sürdürülebilir olmaktan çıkmaya başladı.

Bulut teknolojileri ile yeni bir kimlik kazanan yazılım sektörü, belediyecilik yazılımları için de farklı fırsatlar sunmaya başladı. Özellikle küçük ölçekli belediyelerin teknik gereksinimleri ve uyum ihtiyaçlarını problem olmaktan çıkaran, kiralama temeline dayalı hizmet sunumları, sürdürülebilirlik için ciddi bir farklılık yarattı. Verinin hukuki değerinin de oluşmaya başladığı ve kaybolmasının ciddi tehditler barındırdığı bir dönemde ortaya çıkan bulut teknolojisi, birçok temel ihtiyacın belediyeler açısından sorun olmasını engelledi. Veri saklama, afet senaryoları, güncellemeler, mevzuat uyumları, veri güvenliği ve gizliliği bu kapsamda rahatlıkla sayılabilir.

YAŞANAN SIKINTILAR VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ:

Dijital belediyecilikte en temel sorun, yazılım üreticisine olan bağlılık hatta bağımlılık problemidir. Bu bağlamda farklı uygulamalarla entegre olmak problem olabilmekte ve tüm ihtiyaçların tek elden tedariki dayatılmaktadır. Netice olarak, kendi dalında uzmanlaşmış ve o işi en iyi yapan firmalar, kendilerine belediyecilik alanında yer bulmakta zorlanmaktadırlar. Birçok belediye, arşiv, karar destek, vatandaş ilişkileri yönetimi gibi uygulamaları, yeterli olmasa dahi, belediyecilik yazılımı üreticisinden almaktadır. Temel endişe olası sıkıntıları bertaraf etmektir. Bu yaklaşım, alanında uzmanlaşmış nitelikli yazılımların sağlayacağı faydaların terk edilmesine sebep olmaktadır. Her ne kadar bazı yazılım üreticileri üçüncü parti ürünlerle entegre olma konusunda açık davransa da bu sorun hala gündemdedir.

Konu ile ilişkili ikinci bir sıkıntı da ihale yasası gereği yapılan ihale neticesinde işi farklı bir firmanın alması durumunda geçmiş ile irtibatlanma konusunda yaşanmaktadır. Veri desenlerindeki farklılıklar tam bir uyumlulukla yazılım değişimini imkânsız kılmaktadır. Aşağı yukarı aynı verileri kullanan iki farklı yazılımın, bu denli farklı veri modelleri üzerinde çalışması, ancak bir üst otoritenin olmamasıyla izah edilebilir. Yakın geçmişte sağlık bakanlığının hastane yazılımları ile ilgili yaptığı düzenlemenin bir benzeri, belediyecilik yazılımları için de bir an önce yapılmalıdır. Verilerin aynılaştırılabilmesi için uluslararası kodlamalarla uyumlu, ulusal kodlama standartı hazırlanmalıdır. Elbette yazılım geliştirici kendine özel veri tipleri kullanmakta serbestir fakat veri tabanında tutulan ve uygulamaya mahsus olmayan verilerin belirli bir formatta tutulması olası veri göçlerinin sorunsuz yapılmasını mümkün kılacaktır. Bu konu ile ilgili yapılması gereken bir diğer çalışma da üreticilerin iş bitiminde yeni yazılıma veri göçü konusunda taahhüt altına alınmasıdır.

Değinmemiz gereken bir diğer sorun da bulut teknolojilerinde kullanılan ürünlerin, bulut için yazılmış olmamalarıdır. Hali hazırda kullanılan ürünlerin bir kısmı, web tabanlı geliştirilmiş bir ürünün, bulut servisi olarak kullanılması şeklindedir. Bu durum teknolojik bazı handikaplar doğurmakta, bant genişliği ihtiyacını yükseltmekte ve kullanımda bazı sorunlar çıkarmaktadır. Özellikle küçük belediyelerin ihtiyacını karşılamak amacıyla, merkezi bir kurum tarafından, tamamen bulut teknolojisi ile hazırlanmış bir ürünün geliştirilmesi çalışmalarının bir an önce başlatılması sorunu ortadan kaldıracaktır.

Vaktin farklı yorumlandığı bir çağda, insanların verileri devlet kurumları arasında taşır halde olması ciddi bir sıkıntı olarak durmaktadır. Kişiler birçok veriyi kurumlar arasında taşımak zorunda kalmaktadır. Bu durum hem vakit kaybı hem de hizmet kalitesinde negatif algı doğurmaktadır. Hali hazırda farklı bir kurumun veri tabanında var olan bir verinin, kâğıt ortamında taşınması ve yeniden işlenmesi makul karşılanamaz. E-Devlet platformu ile hız kazanan veri paylaşımı artarak devam etmeli ve işlemler hızlandırılmalıdır. Veri mülkiyeti iddiası ortadan kalkmalı ve kişilere ait veriler bir kurumun malı olarak algılanmak yerine, ilgili vatandaşın hayatını kolaylaştırmak için kullanılmalıdır. Burada kişisel bilginin gizliliği ilkesinin ihlal edilmesini engelleyici tedbirler alınmalı fakat bu kaygı entegrasyon projelerinin tıkanma noktası haline gelmemelidir.

Son olarak işlemlerin e-devlet şifresi ve e-imza ile uzaktan yapılması sağlanmalıdır. Bu alandaki çalışmaları destekliyor ve kapsamının arttırılmasını bekliyoruz. Bu yaklaşım, farklı bir ihtiyacı da tetiklemektedir. Örneğin internetten e-devlet şifresi ile adli sicil belgesi alınabildiği halde hala adliye koridorlarında kuyrukların olması, vatandaşın bu hizmetlerden haberdar olmadığını veya güvenmediğini göstermektedir. Bilgilendirme ve imkân sağlama konusu bu çalışmalar kapsamında mutlaka gündeme alınmalıdır.

SONUÇ:

Dijital belediyecilik konusunda gelinen nokta oldukça başarılı ve geleceğe dair ümit vericidir. Bu çalışmalara ek olarak gelecekte veri madenciliği ve bilginin planlamada kullanımı üzerine odaklanılmalıdır. Veri kaynağı algısı değiştirilmeli, sadece belediye yazılımındaki verilerle yetinilmemelidir. İnsanlar gerek sosyal medyada gerekse de birçok sayısal ortamda veriler oluşturmaktadır. Hatta insanlar hayatlarına pozitif katkı sağlayacaksa, gönüllü olarak sistemlere veri sağlamayı kabul etmektedirler. Bu verilerin daha etkin kullanımı adına adımlar atılmalıdır. Tüm bu veri kaynakları etkin kullanılarak planlama ve risk analizleri yapılabilmeli ve vatandaşın hayatı kolaylaştırılmalıdır.

Durumumuzu özetlemek için meşhur bir sözde küçük bir değişiklik yapmam yeterli olacaktır. “veri akar Türk bakar”. Basit bir örnek olarak İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin trafik yoğunluk haritasına değinmek istiyorum. Bu sistem için birçok noktaya sensörler ve hız tespit edici cihazlar yerleştirilip, toplanan verilerin merkeze iletilmesi sağlanmaktadır. Hâlbuki sadece belediyeye ait veya belediye tarafından denetlenen yüz binin üzerinde araçta araç takip sistemi kullanılıyor. Belediye otobüsleri, hizmet araçları, servisler, ticari taksiler, dolmuşlar vb. araçlar sürekli trafik yoğunluk bilgisi üretiyorken tüm ara sokaklardaki durumun dahi izlenilmesi mümkündür. Ama hali hazırda sadece ana arterlere ait bilgiler paylaşılmaktadır. Hâlbuki farklı bir uygulama bırakın İstanbul’u tüm Türkiye için bu bilgileri yüksek doğrulukta verebilmektedir. Sadece seyir halindeki sürücülerin cep telefonlarına ait handover bilgisi ve gönüllü veri paylaşan kullanıcılardan elde edilen veriler, çok daha fazla bilginin vatandaşın kullanımına sunulmasını sağlamaktadır. Değinmek istediğim konu, etraftaki uçuşan verilere farklı bir gözle baktığımızda, çok farklı uygulamaların yapılabileceği ve insanların hizmetine sunulabileceğinin fark edilmesidir. Yeni dönem, farklı kaynaktaki verilerin hizmet için kullanılması dönemidir.

Meslek Lisesi Memleket Meselesi

Meslek liseleri kalifiye ara insan gücü yetiştirmesi bakımında çok kritik önem arzeder. Bu konuyu sadece elektrik teknisyenliği, makine tamiri, demircilik ile sınırlamıyorum. Yeni nesil iş alanları olan; Özel Güvenlik, Çağrı Merkezi Operatörlüğü, Turizm çalışanları (Aşçı, garson, resepsiyonist vs), yazılım geliştirme uzmanı, web sayfası tasarımcısı, moda tasarımcısı vs. tüm bu işgücünü meslek liselerinde yetiştirmek için plan yapmak zorundayız. Bu konudaki yatırımlar sadece devlete bırakılmamalı, meslek birlikleri, fabrikalar bu planlamanın içine çekilerek planlama yapılmalıdır.

MESLEK LİSELERİ NEDEN ÖNEMLİDİR?

İş Güvenliği

Bu okullarda ara eleman yetiştirmemiz durumunda iş güvenliği konularında eğitilmiş saha ekibi tabiri caiz ise çekirdekten yetişecektir.
Okulda iş güvenliği, sosyal haklar ve teknik konularda yetiştirilmiş bir ekip işveren için maliyet düşürücü bir etki yapacaktır. Ayrıca iş güvenliği konusunda 15 yaşından itibaren eğitilmiş birinde bu bilincin oluşturulması çok daha kolay olacaktır.

Kullanıma hazır iş gücünün artırılması

Meslek liseleri kalifiye ara insan gücü yetiştirmesi bakımında çok kritik önem arzeder. Bu konuyu sadece elektrik teknisyenliği, makine tamiri, demircilik ile sınırlamıyorum. Yeni nesil iş alanları olan; Özel Güvenlik, Çağrı Merkezi Operatörlüğü, Turizm çalışanları (Aşçı, garson, resepsiyonist vs), yazılım geliştirme uzmanı, web sayfası tasarımcısı, moda tasarımcısı vs. tüm bu işgücünü meslek liselerinde yetiştirmek için plan yapmak zorundayız. Bu konudaki yatırımlar sadece devlete bırakılmamalı, meslek birlikleri, fabrikalar bu planlamanın içine çekilerek planlama yapılmalıdır.

Hazır bir insan kaynağının bulunması yerli ve yabancı yatırımcı için ülkemizi bir cazibe merkezi haline getirecektir.

Bu konuda hedefimiz vasıfsız işçi kelimesini sözlüğümüzden kaldırmak olmalıdır. Bunun yerine kalıp ustası, garson, sigortacılık uzmanı gibi lise mezunu arkadaşlarımızın bir meslekle anılmasını sağlamak ilk varılacak hedef olmalıdır. 

Çocuklarımızı yeteneklerine göre yönlendirmek

Herkes çocuğunu doktor, mühendis, avukat vs. olarak görmek ister. Fakat inşaat işçisinin yaptığı iş, bir çiftçinin yaptığı iş de en az bu kadar kutsaldır. Bu meslekleri yapan arkadaşlarımıza da ihtiyacımız vardır. Çocuklarımızı ilkokuldan itibaren izlemek, onları yeteneklerine göre yönlendirmek, bu yönlendirmeyi yaparken de önlerini kesmemek öncelikli hedefimiz olmalıdır.

Türkiye Müteahhit bir ülkedir.

Türkiye dünyanın heryerinde iş yapan müteahhitlerin ülkesidir. Dünyanın taş üstüne taş konan her yerinde bir Türk müteahhit vardır. Bu müteahhitlerimiz geçmişteki akıncıların üstlendiği rolü üstlenmiş saygı duyulacak insanlardır. Bu arkadaşlarımız iş aldıkları ülkelerde Türk sanayi ürünlerinin ve emeğinin Pazar tutması için öncü görevini görmektedir. Bu kadar ekonomik krize rağmen batmamışsak, müteahhtilerin bu konudaki payı kesinlikle yadsınamaz.

Müteahhitlerimiz dünya çapında hakimiyetini devam ettirmek için inşaat, mekanik, elektrik gibi temel alanlarda nitelikli insan kaynağı ihtiyacını karşılamak zorundayız.

28 ŞUBAT ÖNCESİ MESLEK OKULLARININ DURUMU:

  • Endüstri Meslek Lisesi: Sınavla girilen okullardı. Belirli bölümleri için insanlar torpil yaptıracak tanıdık arardı.
  • Teknik Lise: EML’de başarılı olan öğrenciler için bir üst kademe okuldu.
  • Anadolu Teknik Lisesi: Yabancı dil öğretilen ve kalifiye eleman yetiştiren okuldu.

Ben bu yapının tekrar kurulması gerektiğine inanıyorum. Buna ilave olarak özellikle Anadolu Teknik Lisesi mezunlarına İngilizce dışında Arapça veya Rusça dillerinden birinin öğretilmesi gerektiğini düşünüyorum. Müteahhit bir ülke olduğumuz ve özellikle iş yaptığımız coğrafyalar dikkate alındığında rekabet avantajı için bu konu önemlidir.

MESLEK LİSELERİNİ CAZİP HALE GETİRMEK İÇİN ALINACAK ÖNLEMLER

Üniversitelerde kota;

4 yıllık ve üstü okullarda meslek lisesi mezunlarına %25 kota ayrılmasını öngörüyorum. Örneğin meslek lisesi elektrik bölümünden mezun bir vatandaşımız kendisi gibi meslek lisesi mezunları ile yarışarak mühendislik eğitimi alabileceğini bilmelidir.

Bu sayede meslek liselerini tercih eden öğrencilerin profili yükselecektir.

Ayrıca dikey geçiş kontenjanı her okulda %10 olarak belirlenmeli, 2 yıllık okulların tercih edilirliği bu sayede artırılmalıdır.

2 yıllık Meslek yüksekokullarında meslek liseleri için %75 kota ayrılmalıdır. Bu okullar meslek liselerinin tamamlayıcı okulları olarak görülmeli ve bu şekilde revize edilmelidir.

Meslek lisesi mezunlarına meslek belgesi verilmesi ve belirli bir sürecin sonunda meslek belgesi olmayan kişilerin belirli işleri yapmalarının önüne geçilmesi iş güvenliği ve iş kalitesi konusunda olumlu sonuçları doğuracaktır.

Kaliteyi yaratan kalite

Öğrenci profili ne kadar yüksek olursa olsun eğitmen kalitesini artırmadıkça meslek liselerinden yeterli verimi almamız mümkün değildir. Bu okullarda eğitim kalitesini artırmak için yeni nesil uygulamaları bilen yeni nesil eğitmenler yetiştirilmesi hayatidir.

Bu amaçla, okula yakın yerlerdeki fabrikalardan, üniversitelerden, meslek kuruluşlarından destek alınması şarttır.

Öğrencilerin modası ve uygulaması bitmiş değil, yeni nesil teknolojilere yönelik olarak eğitilmesi çok kritiktir.
Kendi mesleğimle ilgili bir örnek verilmesi gerekirse;

Elektrik veya elektronik bölümündeki öğrencilere, tüp, Bipolar Jonksiyonlu Transistör gibi teknolojilerin sadece genel kültür olarak verilmesi yeterli olacaktır. E&M gibi, analog telefon santralleri gibi bilgilerin öğretilemsi ise tamamen gereksizdir.

Bu okullardan IP, PLC, fiber optik ve CAT6 kablo gibi konularda öğrenci mezun edilmesi mezun öğrencinin iş bulma garantisi gibi olacaktır.

Strateji belirlemek

Türkiye çok genç bir nüfusa sahiptir. Bu bizim en önemli avantajımız ama ne yazık ki kullanamıyoruz. Günümüzde talebin en çok arttığı alan yazılım konusudur. İş ilanlarına baktığımızda Java programcısı, web tasarımcısı, PHP uzmanı en çok aranan eleman özellikleridir.

Aslında bu talebin 2-3 katına çıkması işten bile değildir. Ülkemizde kod yazma işi mühendisler tarafından yapılmaktadır. Bu nedenle ancak yüksek kalifiye işler ülkemizde yapılmaktadır. Lise ve MYO mezunu çok sayıda programcımız olması ve bunun ekonomik politikalarla beslenmesi durumunda Avrupa’nın hatta dünyanın yazılım merkezi olmamız hayal değildir.

Yazılım geliştirme işi için bir PC ve internet bağlantısı yeterli olduğu için insanları doğdukları yerde doyurmamız ve yaşatmamız mümkün olacaktır.