Skip to main content

Etiket: business

DCS ve PLC Sistemleri

Geçmişten günümüze teknolojinin hızlı bir şekilde ilerlemesi ile ürünlerin üretim ve işleyiş süreci de paralel doğrultuda değişmeye başlamıştır. Ortaya çıkarılmak istenen süreç ve ürünler daha “akıllı” ve müşterilerin gereksinimlerine göre müşteri odaklı bir şekilde işlenirken, gereksinimleri yerine getirmek için ciddi bir rekabet ortamında çözümlerin daha hızlı ve güvenilir olması beklenmiştir. Ortaya çıkan bu karmaşık sistem, süreçte yer alan temel unsurlarla internet, mobil cihaz, sensörler ve diğer akıllı cihazları birleştirme sorusunun sorulmasına neden olmuştur. Bu durumun sonucu olarak küçük, orta ve büyük ölçekli kontrol sistemlerinin gelişimi hız kazanmıştır.

Günümüz dünyasında endüstriyel uygulamalar ve otomasyonlar, kontrol sistemleri üzerinden çalışmaktadır. Endüstriyel Kontrol Sistemi (EKS), dağıtılmış kontrol sistemleri (DCS), SCADA (Supervisory Control and Data Acquisition) sistemleri ve programlanabilir mantıksal denetleyiciler (PLC) gibi kontrol edilebilmek için kullanılan sistem kurulumunda temel bir rol oynayan genel kontrol sisteminin tanımlamasıdır. Bu küçük ölçekli kontrol sistemlerinde temel amaç, endüstriyel otomasyon süreçlerinin daha verimli, kolay ve hızlı bir şekilde işlenmesidir.

Üretim sürecinde kullanılabilecek iki kontrol türü vardır. Biri Programlanmış Mantıksal Kontrol Cihazı (PLC) diğeri ise Dağıtılmış Kontrol Sistemi (DCS) ‘dir. Programlanabilir Mantık Denetleyicisi (PLC) ve Dağıtılmış Kontrol Sistemi (DCS) karmaşık üretim süreçlerinin kontrolünde araç rolünü üstlendiğinden, çoğu zaman iki terim birbirinin yerine kullanılır. Bu iki kontrol sistemi birbiriyle benzer çalışma mantığı olsa da, uygulamaları oldukça farklıdır.

PLC (PROGRAMMABLE LOGIC CONTROLLER)

Endüstriyel otomasyon için kullanılan PLC, tesislerde bulunmakta olan üretim hatlarını oluşturan ekipmanların elektromekanik şekilde kontrolü için kullanılması ile görevli olan sağlamlaştırılmış bir bilgisayardır. 

PLC, otomasyon devrelerinde kullanılan röle kartları, yardımcı röleler, zaman röleleri ve sayıcılar gibi kumanda elemanlarının yerini almış mikroişlemci temelli cihazdır. PLC güvenilir ve verimli bir şekilde çalışmasını sağlayan dört ana bölümün bir araya gelmesinden oluşur.

  1. CPU ( Central Process Unit – Merkezi İşlem Birimi )
  2. Bellek Birimi ( RAM – ROM – PROM )
  3. Giriş Birimi ( INPUT )
  4. Çıkış Birimi ( OUTPUT )

PLC, bağlı sensörlerden veya giriş cihazlarından bilgi alır, verileri işler ve önceden programlanmış parametrelere göre çıkış noktalarını tetikler. Input ve output noktalarına bağlı olarak bir PLC, makine üretkenliği, çalışma sıcaklığı ve çalışma süresi gibi dijital ve analog verileri izleyip kaydetmek, süreçleri otomatik olarak başlatmak ve durdurmak, bir makine arızalanırsa alarm oluşturmak için hizmet eder.

Programlanabilir Mantık Denetleyicileri (PLC), hemen hemen her uygulama alanına uyarlanabilen esnek ve sağlam bir kontrol çözümüdür. Endüstriyel otomasyon alanında kontrol, veri alma, veri işleme, haberleşme, aritmetik, sayma, karşılaştırma, veri aktarma gibi analitik işlemleri analog ve dijital input – output noktaları üzerinden tüm sistemi yönetmeyi etkin hale getirir. 

PLC’nin temel çalışma mantığı programlama tekniğine bağlıdır. Bir PLC’ nin programlama tekniği ile çalışma mantığı:

  1. Giriş noktalarından anlık olarak okunan lojik ( 1 veya 0 ) değerleri hafızada kaydedilir.
  2. PLC içerisine yazılan programa göre giriş verileri okunur ve yorumlanır.
  3. Karar mekanizması oluşturularak belli noktalara haberleşme işlemleri gerçekleştirilir.
  4. Çıkış noktalarına aktarılan veri yine lojik 1 veya 0 (genellikle 24V veya 0V olarak ifade edilir) olacak şekilde ayarlanır.
  5. PLC tüm bu giriş ve çıkış işlemini milisaniyeler mertebesinde hızlı bir şekilde gerçekleştirir.

DCS (DISTRUBTED CONTROL SYSTEM)

Bir tesis içerisinde bulunan nesnelerin her biri veri toplama, veri depolama, veriyi grafiksel olarak analiz etmek, veriyi görüntülemek, süreç kontrolü, veriyi aktarmak ve dönüş sağlamak gibi birçok amaç için kullanılır. Bu birbirinden bağımsız görünen nesneler birbiriyle iletişim kurabilmek için tesise ait yerel ağla bağlanan bir bilgisayar üzerinden kontrol edilirler. Bu dağıtılmış sensörler ve kontrolörler bir yerel alan ağı aracılıyla kontrol edilen merkezi bilgisayarlarına DCS denmektedir. Gerçek zamanlı olarak otomatik karar verebilen DCS sistemi tesisin merkezi beyni olarak da bilinmektedir.

Kısaca açıklamak gerekirse DCS, farklı yerlerden gelen birçok bilgiyi toplayarak tek bir noktadan dağıtım sağlanmasına olanak sunan kapsamlı sistemlerdir. 

Süreç Otomasyonunun sürekli bulunduğu alanlarda, kontrol ve kumanda odalarının DCS sistemi olmadan görüntülenebilmesi oldukça zordur. DCS, işletmede bakım ve onarım kolaylığı, birçok parametrenin aynı anda daha kolay izlenebilmesi, daha güvenilir kontrolün sağlanması ve genel optimizasyon gibi birçok avantajla öne çıkan geniş çaplı bir sistemdir.

DCS’in ana noktası bir merkezi ağ sistemine sahip olmasıdır. Bahsedilen tüm birimler bu merkezi ağ noktasına bağlanıp, birbirleriyle güvenilir ve hızlı bir şekilde gerçek zamanlı bir haberleşme sağlar.

DCS VE PLC ARASINDAKİ BENZERLİKLER VE FARKLILIKLAR

DCS, PLC’ye göre daha kapsamlı bir sistem olduğu için birçok PLC ve bilgisayar sisteminin bir araya gelmesiyle oluşmuştur. Bu duruma bakıldığında DCS içerisinde ihtiyaç duyulduğu kadar PLC cihazı kullanılması nedeniyle DCS PLC’yi kapsayan daha büyük ölçekli bir sistem olduğu söylenebilir.

Benzerlikleri bakımından, fonksiyonel bloklar, DCS ve PLC sistemlerinde de mevcuttur.

DCS VE PLC ARASINDAKİ FARKLILIKLAR

  1. Tepkime Süresi

Dijital IO yoğunluğu çok olan sistemlerde PLC, analog IO ve PID kontrol yoğunluğu çok olan sistemlerde DCS tercih edilmektedir. Ancak bu durum PLC’ lerin analog verileri işleyemeyeceği anlamına gelmemelidir.

Kullandıkları Programlar  

  • DCS
  • PLC 
  • PLC Her şey için tek bir
  • Programlama program yeterlidir.
  • Saha Veriyolu (DP, FF) Engineering Workplace
  • Haberleşme (Ethernet, Seri) ile Uygulama yazılımı,
  • Donanım donanım, saha veriyolu,
  • Saha Cihazları haberleşme karşılanır.
  • Proses Grafikleri içi ayrı program gerekmektedir.
  1. Ölçeklenebilirlik

PLC’ ler DCS’ e oranla daha az IO kapasitesine sahiptir. Bu nedenden dolayı DCS yeni ekipmanlarla daha kolay uyum sağlayıp büyük ölçekli projelerde rahatlıkla kullanılır. PLC, DCS kadar ölçeklenebilir olmadığından dolayı küçük tesislerde tercih edilir.

PLC’ler, küçük ve ucuz mimarileri ve büyük DCS yerine mühendislik (tipik olarak RTU uygulaması) nedeniyle RTU istasyonlarında hala kullanılmaktadır.

Aynı zamanda PLC, daha az sıklıkta değişen özel uygulamalar için DCS, gelişmiş proses kontrol yeteneği gerektiren karmaşık prosesler için uygundur.

  1. Güncelleme/Yükseltme/Modernleştirme

PLC’ de güncelleme işlemi,

  • Versiyon farklılıkları,
  • PLC içerisinde kalan çoğu programın ayrı ayrı güncellenecek olması,
  • Vendörlerin sorun çıkarması gibi olası durumlardan dolayı oldukça zordur.

DCS’ de güncelleme işlemi ise DCS kontrolürün üst versiyona sadece birkaç dakika içerisinde güncelleyebilmektedir.

Bu durumda güncelleme DCS’te, PLC’ye göre oldukça kolay olduğu görülür.

  1. Sistem Yoğunluğu

Basit bir sistem hızlı bir şekilde çalışması gerekiyorsa PLC, eğer sistem ard arda devam eden karmaşık birçok işlemi içeriyorsa DCS kullanılması gerekir. Buna ek olarak, işlemin gerçekleştiği sistemde fazla input ve output noktaları mevcutsa PLC de birçok ekipmanı bir araya getirmek zor olacağından dolayı DCS sistemi tercih edilir.

  1. İşlem Değişim Sıklığı

PLC’ler sabit sistemlerde verimli sonuçlar üretebilen otomasyon sistemleridir. DCS’ler ise sıklıkla değişik işlemler serisi gerektiren ve büyük bir veri miktarının analizi söz konusu olduğunda daha çok tercih edilmektedirler.

  1. Yedekliliği

DCS sistemi yedeklilik bakımından PLC sistemine göre daha çok tercih edilir. Çünkü PLC’ler, DCS’den daha pahalı hale getiren ek donanımlarla yedekli hale getirilebilir.

  1. Mimarisi ve Maliyet

PLC’ler basit ve esnek bir mimariye sahiptir. Bir PLC sistemi, kontrolörler, IO modülleri, HMI’ler ve bir mühendislik yazılımından oluşur.

DCS sistemleri daha az esnek ve karmaşıktır. Denetleyiciler, IO sistemleri, veri tabanı sunucuları, mühendislik ve işletim sunucuları kompanentlerinden meydana gelirler.

Bu içeriklerden dolayı PLC, DCS’e göre daha az maliyetli bir sistemdir.

  1. Haberleşme

PLC

  • Tek bir üründür.
  • PLC, sistemdeki diğer PLC’leri bilmez.
  • Diğer PLC’lerle haberleşmesi için mühendislik altyapısının olması gerekmektedir.
  • Uygulamalar arasında paylaşım yapılamadığı için güçlü CPU’lar geliştirilmiştir. Bundan dolayı maliyet artabilir.

DCS

    • Bir sistem olarak çalışır.
    • Herhangi bir değişken globalde tüm DCS kontrolörleri tarafından paylaşılabilir hale gelir.
    • Haberleşme için ilave mühendislik gerekmez.
  1. Faceplate Kavramı ve Alarmlar

PLC                                                                                                                                 

  • Gereksinime göre istenilen faceplate seçilmelidir.
  • PLC programı ve proses grafikleri arasında bağlantı kurmak ve alarmları proses grafiklerine uyarlamak gerekmektedir.

DCS

  • DCS programında PID Kontrolör veya pompa bloğu oluşturulduğu zaman faceplate alarmları ile birlikte çalışacaktır. Bu durumda DCS’in kullanılması daha avantajlı olacaktır.

ABB RTU

RTU

Otomasyon  ve enerji sistemlerinin lideri ABB firması tarafından üretilen ABB RTU’lar, modüler, güvenilir ve gelişmiş özellliklere sahip ileri düzeyde ürünlerdir.

ABB RTU’lar, her tür ağ üzerinden güvenli bir şekilde iletişim kurulmasına olanak tanıyan güçlü ve esnek siber güvenlik özellikleri ile sıfırdan tasarlanmıştır.

ABB RTU500 serisi, iletim ve dağıtım otomasyon gereksinimlerini en verimli çözümlerle karşılamak için tasarlanmış fiziksel güç şebekesinden bilgileri ileten bir SCADA sistemi olarak bilinmektedir.

İşlevsel ve donanım özellikleri eksiksiz bir şekilde kolayca gerçekleştirilebilir olan RTU500 serisi, daha fazla esneklik, maliyet tasarrufu sağlayan ve ihtiyaçlara göre hızla tasarlanabilir kanıtlanmış yazılım aracıdır.

ABB RTU’lar özellik ve kapasitelerine göre 3 farklı seride üretilmektedir.

  1. RTU520: ABB RTU520 serisi, küçük ölçekli projeler için tasarlanmıştır. Yaygın kullanım alanları GES, RES, JES gibi enerji üretim santralleri, trafo merkezi otomasyonu ve proses otomasyonu olarak sıralanır.

Bu serinin IO kartları diğer serinin işlemcileri tarafından kullanılabilmektedir. I/O kartları ile genişletilebilir input ve output noktalarına sahiptir. Standart düzeyde, CPU üzerinde 1 adet RS-232, 2 adet RS-485 ve 1 adet Ethernet portu bulunmaktadır.

  1. RTU540: ABB RTU540 serisi RTU’lar orta ölçekli projeler için tasarlanmıştır. Öncelikli kullanım alanları trafo merkezleri, enerji üretim santralleri, altyapı tesisleri, pompa istasyonları, ulaşım sistemleri ve benzeri uygulamalar olarak sıralanır.

Ayrıca, yedeklilik (Redundancy) şartı bulunmayan TEİAŞ RTU projelerinde de kullanılmaktadır.

RTU540 serisi RTU’lara I/O işlemcilerine RTU520 serisinin I/O işlemci kartları kolaylıkla eklenebilmektedir.

  1. RTU560: ABB RTU560 serisi geliştirilmiş üstün özellikli RTU’lar, büyük ölçekli veya yedeklilik (redundancy) gerektiren uygulamalar için tasarlanmıştır. Yaygın kullanım alanları arasında enerji iletim ve dağıtım sistemleri, raylı sistemler, petrokimya tesisleri ve ulaşım sistemleri bulunmaktadır.

RTU560 serisi RTU’lar, TEİAŞ RTU şartnamelerine eksiksiz bir uygunluk sağlamaktadır.

Ayrıca, rack tip olan RTU560 serisi hot-swap (enerjiyi kesmeden kartı söküp takma özelliği) ve Redundancy (yedeklilik) gerektiren uygulama alanlarında da kullanılabilmektedir.

RTU LİSANS SEÇİMİ

ABB RTU’larda istenen özellikler RTU’lara takılabilen lisans kartlarıyla sağlanmaktadır. Tüm RTU lisanslar belirtilen haberleşme protokollerini destekler ve birinden diğerine Gateway olarak protokol çevirimi yapabilir.

Lisans kartlar fonksiyon ve kapasitelere göre Basic, PLC/Arşivleme ve HMI (Human Machine Interface) olarak 3 farklı tipte ve 50 Tag ile 5.000 Tag kapasite arası tedarik edilebilmektedir.

Yerel Kalkınma ve Bilişim Teknolojileri

Sanayi 2 ve 3 ile başlayan makineleşme çağı, seri üretim teknolojileri ve otomasyon çözümleri, insanların üretimin yapıldığı merkezlere akın etmelerine sebep oldu ve bunun neticesinde büyük metropoller oluştu. Oluşan bu yapılar daha önce hiç tanışık olmadığımız yepyeni sorunları da beraberinde getirdi. Kirlenen havalar, sıkışan trafik, birbirini tanımayan komşular, yoğun bireyselleşme, sürekli çalışan insanlar, stres vb. sayısız sorunlar gündemimize girdi ve bunlara sürekli yenileri eklenmektedir. Sanayi 4.0 olarak isimlendirilen yeni süreçte kurallar değişmeye gebe. Daha önce her şeyin tekbir yerde olduğu yapılar tamamen değişiyor. Haberleşme teknolojilerindeki gelişmeler ayrı lokasyonları tek bir sistemin parçası olarak kullanmayı mümkün kılıyor ve artık eski mantalite ile düşünmekten vaz geçmenin zamanı geldi.

Yerel kalkınma perspektifinden bakarak bilişim teknolojilerinin sürece katkısını iki farklı başlıkta ele almak gerekmektedir. Birincisi bilişim teknolojilerinin sunduğu imkanları kullanarak gelenekselleşmiş iş yapma modellerinin değiştirilmesi ve insanların kendi şehirlerinde üretim sürecine katılmalarının sağlanmasıdır. İkinci yaklaşım ise özellikle yazılım geliştirme başta olmak üzere bilişim dünyasının gerektirdiği kodlar ve içeriklerin yerelde hazırlanmasıdır.

MİKRO ÜRETİMİN PAZARLARA ARZI

Yerelde yapılacak üretimin gerek ülke gerekse de uluslararası pazara arz edilmesi için artık bir dağıtım ağına ihtiyacınız kalmadı. Köylüler tarafından üretilen bir el işinin veya meyve kurusunun internet üzerinden tüm dünyanın beğenisine sunulması artık çok kolay oldu. İnternetin yaygınlaşması ile oluşan bu imkan, örnekte sunduğumuz en temel üretimden en karmaşık sisteme kadar tüm ürünler için kullanılabilir haldedir. Yaygın geniş bant internet ağının kurulması ve insanların bilişim sistemlerini kullanabilir hale getirilmesi, var olan bu imkanın kullanılması için olmazsa olmaz gereksinimlerdir. Gençler yeni teknolojilere hızla adapte oluyor ve kendi imkanlarını oluşturabiliyorlar. Burada temel eksik insanların fırsatları fark edemiyor oluşu ve yazılım altyapılarına sahip olmamalarıdır. Bu sorun sivil toplum örgütleri ve kamunun bilgilendirme ve bilinçlendirme çalışmaları yürütmesi ve hızlı kullanılabilir bilişim altyapılarının kurulması ile mümkün olacaktır.

Son yıllarda yapılan fiber optik kablo yatırımları ve 4,5 G altyapısı internet erişimi konusundaki kısıtları ortadan kaldırmış görünüyor. Özellikle mikro üretimler için temel gereksinim, ürünleri pazarlara ulaştıracak bir sanal pazarın hazırlanmasıdır. Birçok alışveriş sitesi insanlara bu imkanı sunsa da en doğru yaklaşım bu işe odaklı, dikkat çekici ve yerellik özelliği ile bilinen bir altyapının genel kullanıma sunulmasıdır. PTT’nin dağıtım kabiliyeti ile bilişimi buluşturacak bir çözüm oldukça etkin sonuçlar verecektir. PTT’nin alışveriş sitesinin (http://www.epttavm.com/) yerel ürünler ve mikro üretimlere odaklanmış bir versiyonu düşünülebileceği gibi herkesin kendi dükkânını açabildiği bir sanal pazar yeri konsepti de çok başarılı sonuçlar doğurabilecektir.

SANAYİ ÜRETİMİNİN ANADOLU’YA KAYDIRILMASI

Mikro üretimin yanı sıra sanayi üretiminin de kırsala yayılmasında bilişim teknolojileri ciddi kolaylıklar sunmaktadır. Bırakın satışla üretimi ayrı mekanlara taşımayı, üretimi dahi farklı alanlarda planlamak mümkün kılındığına göre, üretimi büyük şehirlerden kırsala kaydırmak yerel kalkınmaya ciddi katkılar sağlayacaktır. Elbette sanayi üretiminin yerele kaydırılması sadece bilişim altyapısı ile ilgili bir konu değildir. Ulaşım altyapıları, kalifiye insan kaynağı, hammadde erişimi gibi diğer bileşenler de işin içerisinde değerlendirilmeli ve ihtiyaçlar karşılanmalıdır. Bununla birlikte, tüm gerekli altyapının hazırlanmış olması ancak bilişim sistemlerinin yeterince ve sağlıklı olduğu koşullarda istenen sonuçları verecektir. Örneğin kalifiye insan kaynağının illaki yerelde istihdam edilmediği çözümler bilişim altyapıları ile mümkün olabilecektir. Bugün bir ameliyatın nasıl yapılacağına dair bir eğitimin uzaktan izlenerek verilebildiği düşünüldüğünde birçok danışmanlık vb. hizmetin uzaktan verilmesi çok kolay olacaktır. Kaldı ki kalifiye personel gerektiren sistemlerin çoğunun bakımları uzaktan erişim ile verilebilmekte ve sahadaki ara kademe bir personelin desteği ile tüm onarım işlemi uzaktan yürütülebilmektedir.

ÇAĞRI MERKEZLERİ VE SAYISAL ARŞİVCİLİK

Sağlıklı haberleşme altyapıları ve bilişim çözümleri ile çağrı merkezi hizmetlerinin yerelde hatta kişinin kendi evinde verilebilir hale gelmesi de önemli bir gelişmedir. Bugün Erzurum’da kamu harici en yüksek istihdamın bir çağrı merkezinde sağlandığı düşünüldüğünde bu imkânın yerel kalkınma için etkin bir araç olabileceği tartışmasız bir gerçektir. Aynı şekilde sayısallaştırılmış arşivler ile arşivciliğin küçük şehirlere taşınması, hem arşivleme hem de sayısallaştırma hizmetlerinin buralardan verilmesi yereli kalkındıracak ve de arşivlere daha etkin ve hızlı erişimi sağlayacaktır. Yine PTT’nin dağıtım ve iletim kabiliyetleri kullanılarak kalıcı arşive aktarılacak evraklar Ankara, İstanbul gibi büyük şehirler yerine deprem riski düşük bir şehre taşınarak yeni bir odak şehir oluşturulabilir. Geldiğimiz noktada çağrı merkezi konusunda ciddi adımlar atılmış ve özellikle 6. Bölge olarak tayin edilmiş şehirlerde ciddi sayıda tesis kurularak hizmet verilmeye başlanmıştır. Arşivleme konusunda özel sektörün bu yönde adımları bulunmakla birlikte henüz kamu tarafında hatırı sayılır bir adım atılmamıştır. Kamunun evraklarını taşradan Ankara’ya taşıdığı dikkate alınırsa, bu yatırımların ek külfetinin olmayacağı rahatlıkla görülebilir. Evraka erişimdeki kolaylık hem kurumun işlerini hızla yapmasını sağlayacak hem de bu evrakların kullanılacağı yargılama vb. faaliyetleri de daha hızlı bir hale getirecektir. Günün sonunda bu yatırımlar, giderlerinin çok üzerinde direkt ve endirekt faydalar doğuracaktır.

Bilişim altyapıları ve sunduğu imkânlar ile özellikle hizmet ağırlıklı birçok işin taşraya kaydırılması mümkün olacaktır. Büyükşehirlerde hayatı katlanılabilir kılmak için yapılan harcamalar listesine insanları kendi memleketlerinde istihdam etmeye dönük bu tür projeler de katılmalı ve nüfus artışı en azından durdurulmalıdır. Yukarıda örneklediğimiz işlere daha birçok ekleme yapılabilir. Tüm bunların olabilmesi için iyi planlanmış etkin bir fiber altyapısı, bilişim okuryazarlığı ve birazda cesaret gerekmektedir.

BİLİŞİM ÜRETİCİSİ OLMAK

Bilişim camiasında üretici ve tüketiciyi tanımlarken fare (mouse) kullanıcısı ve klavye kullanıcısı şeklinde bir tasnif yapılır. Fare kullanıcıları tüketici, klavye kullanıcıları ise üreticidir. Elbette bunun istisnaları olabilir fakat genel olarak doğru bir tasniftir. Ne yazık ki ülkemizdeki bilgisayar veya muadil ürün kullanıcılarının önemli bir kısmı fare kullanıcısıdır ve başkaları tarafından hazırlanan yazılım, içerik ve ürünleri kullanarak vakitlerini harcamaktadırlar. Doğru bir planlama ile insanlarımızı klavye kullanıcısı olmaya yönlendirmeliyiz. Eğitim müfredatında yapılacak düzenlemeler ile insanlarımız bilişim üreticisi olarak eğitilmelidir. Bu başarılabilir ise internetin ulaşabildiği en ücra köydeki bir vatandaşımız dahi uluslararası bir firmanın yazılım geliştiricisi olarak çalıştırılabilir. Bilişim üreticiliğini sadece yazılım geliştirme olarak algılamak hatalı olacaktır. Grafikler, videolar, yazılar, web siteleri vb. yüzlerce farklı üretim fırsatı bulunmakta ve dünya genelinde milyonlarca kişi bu faaliyetlerle üretim sürecine katılmaktadırlar.

Yazılım geliştirme faaliyetleri hem tekil bir çalışma hem de grup çalışması olarak yürütülmektedir. Birçok uluslararası yazılım şirketi dünyanın farklı yerlerinde oluşturduğu ekiplerle bu süreci yönetmektedir. İyi dokümante edilmiş süreçler ve basite indirgenmiş teknikler ile çok farklı kişilerin aynı kodu beraber geliştirmesi mümkün kılınmıştır. Hatta dünya genelindeki saat farklılıkları dikkate alınarak aynı kodun 24 saat esası ile farklı ülkelerdeki ekipler vasıtası ile durmaksızın geliştirilmesi sağlanmıştır. Ülkemizin bir yazılım geliştirme üssüne çevrilmesi mümkündür ve bununla ilgili planlamalar ivedilikle yapılmalıdır. Uzaktan eğitim tekniklerinin geliştiği de dikkate alındığında mekânsal uzaklık önemini yitirmiş ve az sayıda eğitimci ile çok sayıda kişinin etkin eğitimi mümkün kılınmıştır. Nasıl ki sanayi atılımında meslek liseleri kalifiye insan kaynağını temin etmiş ise benzer bir modelleme ile bilişim çağının insan kaynağı da liselerde eğitilmelidir.

Yazılım geliştirme kültürü bir kere oluşturulduğunda girişimci ruhlar çok farklı açılımları gerçekleştirecektir. Bugün özellikle akıllı telefonların ve yeni nesil işletim sistemlerinin sunduğu imkanlar, tekil bireylerin dahi geliştirdiği yazılımları milyonlara satmasını hayal olmaktan çıkarmış ve yepyeni bir pazar oluşturmuştur. Basit bir oyun bir anda geliştiricisine milyonlarca dolar kazandırabilmekte veya mevcut bir uygulama için geliştirilen bir eklenti çok ciddi kazançlar sağlayabilmektedir.

Yazılım geliştirmenin dışında grafik tasarımlar, içerik hazırlama, küçük videolar vb. çok farklı alanlar için de ciddi insan gücüne ihtiyaç duyulmaktadır. Gerek sanatsal gerekse de içerik odaklı bu çalışmalar da yereldeki insan kaynağı için bir gelir kapısı oluşturacaktır. Eğitim planlamasında yazılım geliştirme dışında kalan alanlar da dikkate alınmalıdır. Bir web sayfasının hazırlanması, sosyal medya hesaplarının yönetilmesi, sunulacak metinlerin hazırlanması, fotoğraf vb. görsellerin seçilmesi veya hazırlanması, var olan yazılımlara uzaktan destek verilmesi, içeriklerin farklı dillere çevrilmesi vb. onlarca belki yüzlerce yeni iş kolu oluşmakta ve gelecek buraya evrilmektedir. Yeni neslin teknolojiye yatkınlığı da dikkate alındığında, bu alanın mutlaka değerlendirilmesi gereken bir fırsat olduğu aşikârdır.

Ülkemizde işsizliğin azaltılması amacı ile hizmet sektöründe ciddi adımlar atıldı. Özel güvenlik, çağrı merkezi, vale, otopark görevlisi vb. birçok iş kolunda çok ciddi istihdamlar oluştu. Atılan bu adımlar özellikle meslek liselerinin kapatılması ile yetiştirilen ve elinden bir şey gelmeyen yeni mezun liselilerin iş hayatına katılmasında önemli bir rol oynadı. Fakat bu tür iş kolları insanlara bir ilerleme haritası sunmadığı için birçok kişi uzunca yıllar düşük maaşlarla çalışmak zorunda kalacak. Ustalaşma olmayınca gelir artışı da daha zor olacak. Hâlbuki bu insanlar yazılım geliştirme vb. alanlarda yetiştirilebilseler belirli bir tecrübeden sonra ilk maaşları ile kıyaslanamayacak derecede gelir artışı sağlayabileceklerdir. Bir sorunu ilk hamlede çözmek mümkün değilse geçici tedbirler ile hafifletilmesi elbette idareciler için kaçınılmazdır. Bugün işsizlik ile ilgili atılan adımlar ateşi önemli derecede düşürmüştür. Artık insanların kalıcı, kendilerine toplumsal itibar sunan ve konforlarını iyileştirici alanlara yönlendirmek üzere planlamalara ihtiyacımız var.

Bilişim çağında üretici olunmadan yön verici olunması mümkün değildir. Özellikle yazılım geliştirme konusunda ülkemizin çok ciddi ihtiyaçları bulunmaktadır. Gerek veri gerekse de sistem güvenliği ile ilgili yazılımların yerli olması temel bir gereksinimdir. Bir şifreleme yazılımı veya anti virüs yazılımının hatta kritik süreçleri yöneten bir SCADA yazılımının dış kaynaklı oluşu, sürekli bir kuşkuyu diri tutacaktır. Acaba sisteme birileri bir arka kapı koydu mu sorusu zihinleri hep meşgul edecektir. Tıpkı sanayi üretiminde olduğu gibi bu alanda da yapabilecekleriniz yapmış olduklarınız ile ilintilidir. Uçak yapabilmek için koltuk, halı, kanat, motor vb. bileşenleri yapabilmeniz gerektiği gibi kompleks yazılım sistemleri için de daha basit bileşenleri yapmış veya yapabiliyor olmanız gerekir. Yaşadığımız her krizde aklımıza gelen soruların cevaplarını sürekli erteliyoruz. Bir siber saldırı, bir veri akışı, bir darbe veya bir skandal acaba kullandığımız sistemler birilerinin elinde oyuncak mı sorusunu tetikliyor ve fakat her defasında kalıcı çözümü erteliyoruz. Bugün yerli otomobildense yerli yazılımlar daha önceliklidir. Özellikle veri güvenliği, sistem güvenliği ve haberleşme konularında acil çözümlere ihtiyacımız var. Yerel kalkınma için atılacak bu adımlar, insanımızın karmaşık sistemler üretebilmesini mümkün kılacak ve belirli bir aşamadan sonra bilişim üreticisi olmaktan çıkıp, bilişime yön verebilen bir ülke haline dönüşeceğiz.

Havai Hat İzleme ve Arıza Tespiti

Enerji kalitesi denilince akla gelen tek konunun kompanzasyon ya da harmonik filtreleme olması, günümüz enerji dağıtım sistemlerinde yapılan hatalardan biridir. Kalite, kelime anlamı gereği tüketici ihtiyaçlarını kapsayan ürün ya da hizmetin her defasında ve sürekli olarak aynı değerlerle karşılanması demektir. Enerji dağıtımında bu anlam yalnızca saf sinüs ile enerji iletmek değil, iletilen bu enerjinin tüketiciye sürekli olarak sağlanabilmesi ve kayıplarını minimize etmesi anlamına gelmektedir.

Enerji dağıtım sistemlerinde müşteriye sağlanan enerjinin sürekliliğini etkileyen hataların 80%’i geçici arızalardır. Bu arızalara örnek olarak, rüzgârlı havalarda dağıtım hatlarına ağaç düşmesi ya da kuşların göç yolları üzerinde bulunan hatlarda kuşların kanat teması ya da kanatlandıklarında hatları sallayıp kısa devreye yol açmaları gibi sebepler gösterilebilir. Bu arıza kısa süreli de olsa fiderlerde açma operasyonunu tetikler ve enerji sürekliliğinde kayıplara sebep olurlar. Günümüz sistemlerinde hemen hemen her Sekonder Koruma Rölesinde yer alan Reclose özelliği ile kendini kısa sürede temizleyen bu hataların üzerine tekrar kapama işlemi uygulanır ve hatta tekrar enerji verilmeye devam edilir.

Ancak, SK rölesinde/korumasında Reclose özelliği bulunmayan ya da güvenlik/önem gerekçeleriyle bu özelliğin aktif edilmediği bazı fiderlerde ve geçici olmayan arızaların görüldüğü durumlarda hataya ilgili ekiplerin müdahale etmesi gerekmektedir. Bu tip bir arıza durumunda ekiplerin karşılaştıkları en büyük zorluk, arızanın oluştuğu yerin net olarak bulunamaması ve ilgili fider hattının çok uzun olduğu bölgelerde, yer yer zorlu arazi koşullarında ilgili ekibin arızayı uzun süre göz ile takip ederek bulmak zorunda kalmasıdır. Bu hem ekipler için zaman kaybı, hem müşteri için üretim kaybı hem de ilgili dağıtım şirketini hukuki yönlerden sıkıntıya sokacak uzun enerji kesintilerine sebebiyet vermektedir. Bu sorunlarla başa çıkmanın en kolay yolu, Uzaktan Kontrol ve Gözleme Sistemi (SCADA) ve haberleşebilen Havai Hat İzleme ve Arıza Tespit cihazları kullanımıdır.

Havai hat izleme cihazı, her bir faza, faz enerjiliyken dahi bağlanabilen/çıkartılabilen ve manyetik indüksiyon mantığı ile kendinden enerjili ışıklı izleme ve gösterge cihazı ve bu cihazdan gelen bilgiyi analiz edip kablosuz olarak SCADA sistemine ileten terminallerden oluşmaktadır. Sistemde belirlenmiş kritik noktalara ve kendini temizlemeyen arızaların sıklıkla görüldüğü bölgelere bağlanan bu cihaz, arızaya ilk tepkiyi verip SCADA’ya bilgiyi gönderir ve havai hatta bağlanan gösterge cihazı arıza ledlerini aktif eder. Bu sayede ilgili birimlere arızanın yeri ve arıza bilgisi en kısa zamanda iletilir ve ekiplerin çok daha kısa sürede müdahalesi gerçekleşir. Arıza topolojisi de incelenerek, yapılacak müdahale önceden belirlenip aksiyonların alınması kolaylaşır. Ayrıca, fiderinde Reclose özelliği bulunan sistemlerinizde gereksiz yere hat recloser kullanım masraflarını da engelleyen bu cihazlar sayesinde yatırımınızı da minimize etmiş olursunuz.

AVD Teknolojik Çözümler olarak, INHAND ailesinin yüksek hassasiyetli göstergeleri, sürekli izleme özelliğine de sahip, harici enerji kaynağı gerektirmeden güneş enerjisi ile çalışan terminalleri yardımıyla, Enerji Dağıtım sisteminizde ihtiyaçlarınıza en uygun çözümü sunuyoruz. Hem ürün ile ilgili teknik bilgi, hem de hattınızda nasıl iyileştirme yapabileceğimize dair çözümlerimiz için aşağıdaki iletişim adreslerinden bize ulaşabilirsiniz.

İkinci El Haberleşme Ürünlerin Kullanılmasında Karşılaşılan Genel Sorunlar

Bilişim teknolojilerindeki hızlı değişim ve yenilenme, temel olarak ihtiyaçlardaki artışın bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Bilgiye hızlı ulaşmak, onu hızlı işlemek ve rakiplerden bir adım önde olmak veya daha sürdürülebilir ve güvenli alt yapılara sahip olmak arzusu, firmaları bu alanda yeni yatırımlar yapmaya sevk etmektedir. Yeni yatırımlar genellikle, mevcudun ikame şeklinde olduğu için, daha önce kurulmuş olan cihazlar boşa çıkmakta ve ikinci el piyasasında değerlendirilmektedir.

Özellikle terk edilmeye başlanmış teknolojileri kullanan kurumlar, yedek parça ihtiyaçları ve yeni üniteler için yaptığı yeni yatırımlarla bu pazarın en önemli müşterilerini oluşturmaktadır. Bu ürünlerin tercih edilmesinin en önemli sebebi fiyatlarının yeni ürünlere kıyasla çok uygun olmasıdır. Bir başka önemli sebep de kullanılmamış ürünün tedarik edilememesidir.

Kullanılmış ürünlerin piyasaya yeni olarak sunulması tamamen bir etik problemidir. Buna rağmen alıcıların dikkati bu tür olayları engelleyebilir. Ürünlerin ana distribütörden alınması veya yetkili bayi kanalının tercih edilmesi önemli bir tedbirdir. Ayrıca farklı tedarikçilerden alınan fiyatlardaki dengesizlikte bir uyarı olabilir. En etkili yol ürünün gözle ve üretici sistemi üzerinden kontrol edilmesidir.

Bu tür bir aldatmanın olmadığı, beyan edilmiş ikinci el ürün satışlarında, kullanıcılar bazı sıkıntılarla karşılaşmaktadır. Ürünlerin garantisinin olmaması, servis ve destek hizmetlerindeki yetersizlik, belirli özelliklerin test edilememesinden kaynaklanan çalışırken fark edilen sorunlar, ilk akla gelen problemlerdir. Ayrıca bu ürünlerin sistemin geri kalanındaki cihazlara zarar verme ihtimali de mutlaka dikkate alınmalıdır. Özellikle ikinci el ürünlerin güç üniteleri de orijinal olmamakta ve aşırı ısınmadan kaynaklı yangınlara sebep olabilmektedir.

Üreticiler, ikinci el piyasasında satılan ürünlere hiçbir şekilde destek vermemektedir. Özellikle sürüm güncelleme gibi konularda sıkıntı çıkmaktadır. Arıza durumunda hızlı çözüm üretememek, işletmelere para, vakit ve itibar kaybettirmektedir. Cihazlar üzerinde kullanılan her bir parçanın bir ömrü vardır. Daha önce kullanılmış olan bu ekipmanlar genelde ömrünün sonuna gelmiş olmakta ve verimli çalışmamaktadır.

İkinci el ürün kullanımının ilk başta fark edilmeyen bir diğer olumsuz etkisi de, müşterilerine bu ürünü sunan ve destek veren firmaların hayatiyetini devam ettirememesi ve gerektiğinde doğru ürüne ve çözüme ulaşamamaktır. Ürün hakkında eğitimleri almış ve yetkilendirilmiş firmaların varlığı, müşteriler için her zaman bir güvencedir.

Kısa dönemli ilk satın alma maliyetlerine değil, toplam sahip olma maliyetlerine odaklanıp, ürünleri yetkili ve yetkin firmalardan almak, işletmeleri toplamda kâra geçirecektir.

Bir Yaşam Tarzı Olarak İş Güvenliği

İş güvenliği konusunda yapılması gerekenler konusunda çok şey yazıldı ve konuşuldu. Asıl üzerinde durulması gereken konu, iş güvenliği konusunun bir refleks haline gelmesidir. Kişiler içten gelen bir motivasyonla doğru tavır ve davranışları sergilediğinde hem ihlaller hem de kazalar ciddi derecede azalacaktır.

Yasal düzenlemeler ve takip iş güvenliği konusunda ciddi ilerlemeler kaydedilmesini sağladı. Bununla birlikte denetim gevşediği anda insanlarda oluşan gevşeme açıkça gösteriyor ki iş güvenliği hala bir refleks haline gelmemiş durumda. Nezaket konusunda okuduğum bir tanım aklıma geldi: Gerçek nezaket sahibi insan yalnızken bile esnerken ağzını kapatan insandır. Bu tanımdan yola çıkarak diyorum ki iş güvenliğini refleks hale getirebilirsek, hiç denetimin olmadığı yerlerde dahi insanlar gerekli kurallara uymaya devam edeceklerdir. Bir kavramının refleks haline getirilebilmesi için küçük yaşta başlayan bir eğitim, sağlıklı denetim ve etkin ödül ve ceza uygulamaları gereklidir.

İş sağlığı ve güvenliğinin bir yaşam tarzı haline dönüşmesi için tüm unsurlar kullanılarak geniş kapsamlı bir eğitim planlamasına ihtiyaç vardır. Bireyler daha küçük yaşta iken aileleri, çevreleri, okul ve medya gibi farklı kaynaklardan bilgi alış verişi yaparken açıktan veya dolaylı olarak bu konuda doğru bilgi ile karşılaşmalıdır. Küçük ev tamiratlarında kişisel koruyucu kullanan bir babanın vereceği mesaj gayet açıktır. Tam tersi uygulama ise kimse görmüyorsa tedbire gerek yok yanılgısının ilk tohumu olacaktır. İş sağlığı ve güvenliği ilköğretim ve liselerde ve özellikle meslek liselerinde müfredata girmeli ve iş hayatı başlamadan kişiler yönlendirilmelidir. Televizyon programları, diziler, klipler, sinema filmleri, çizgi filmler gibi özellikle eğitim çağındaki bireylere hitap eden programlarda kahramanların iş sağlığı ve kurallarına dikkat etmesi de eğitimin bir parçası olarak kurgulanmalıdır. Her durumda motosikleti kullanırken kask takan bir polis, koltuğa oturur oturma kemer takan bir jön, mutfağında yangın söndürücü bulunduran bir dizi evi vb. birçok kavram dikkatle işlenmeli ve bireylere doğru örneklik yapılmalıdır. Özellikle çocuk eğitiminde göz, kulaktan önce gelir; bir şeyleri anlatmak yerine göstermek daha etkili sonuçlar verecektir.

Eğitimin bu süreçte katkısı ne kadar yüksek ise denetimin katkısı da o denli yüksektir. Mevcut durumda denetimler iş güvenliği uzmanı veya iş sağlığı uzmanları tarafından yürütülmektedir. Özellikle yüksek tehlikeli alanlarda yürütülen çalışmalarda denetimler konusunda alınan mesafe memnuniyet vericidir. Fakat denetimlerin işverene bağlı personel tarafından yapılıyor olması, olası örtbas girişimlerini mümkün kılmaktadır. Metro inşaatları gibi büyük işlerde olduğu gibi işi yapan ile denetleyenin bağımsız olduğu örnekler çok daha başarılı sonuçlar vermektedir. Büyük projelerde bu denetimler etkin bir şekilde yapılırken mahalle arasında kalan ve kendi içinde bana bir şey olmazcı yaklaşımlarla yürütülen projelerdeki denetim eksiklikleri ciddi sorunların devam etmesine sebep olmaktadır. Yaralanmalı veya ölümlü bir iş kazasından sonra ilgili iş alanı denetlenmekte ve ilgililer cezalandırılmaktadır. Fakat iş güvenliğinden kasıt önlemek ise bu yaklaşım ivedi olarak değiştirilmelidir. Elbette ki devlet kaynakları bu denli etkin bir denetimi mümkün kılamıyor olabilir. Bir öneri olarak gönüllü iş sağlığı denetmenliği gibi bir kavramın hayata geçirilmesi düşünülebilir. Tıpkı trafik uygulamasında olduğu gibi karşılaştığı usulsüzlükleri ilgili mercilere ihbar eden vatandaşlardan oluşan bir topluluk etkin denetim için bir ilk adım olabilir. Bu uygulamada vatandaşlardan beklenen, şantiye alanlarına girip kafasına göre denetim yapmaları değildir. Bu uygulamadaki amaç yolda yürürken, evde otururken vb. doğal yaşamın içerisinde yapılan doğal gözlemleri ihbara çevirmek olmalıdır. Örneğin dış cephe kaplama için iskeleye çıkan bir kişinin emniyet kemeri takmadığını bir fotoğraf ile bildirmesi için pencerenizden yaptığınız bir gözlem yeterlidir. Günlük yaşamımızda buna benzer çok fazla gözlemimiz oluyor: eksik işaretleme ile yol çalışması yapan işçiler, KKE kullanmayan ustalar, taşıma sınırlarına uygun yapılmamış yüklemelerle seyreden araçlar, koruma ekipmanı çıkarılmış aletle çalışan marangozlar gibi birçok ihlal özel bir gayret gerekmeksizin rapor edilebilir. Bu amaçla, bir çağrı merkezinden ziyade bir mail adresi, Whatsapp numarası gibi hızlı ve pratik yollar tercih edilmelidir.

İş güvenliğinin bir yaşam argümanına dönüşmesi için gerekli bir diğer adım ise cezalandırma ile ilgilidir. Cezanın birinci derecede ihlali yapan kişiye yönlenmesi en etkin cezalandırma yöntemi olarak algılanmaktadır. Elbette ki ihlale göz yuman işveren, yetkili vb. unsurlarda cezadan paylarını almalıdır. Hali hazırda iş güvenliği uzmanı ünvanlı personel cezalandırmada anahtar görev üstlenmektedir. Kaza sonrası yapılan cezalandırmalarda işverenden ziyade bu insanların ceza alması cezaların caydırıcılığını azaltmaktadır. Kaza sonrası verilecek cezalar elbette ki ayrı bir kategoride değerlendirilmelidir fakat ihlal tespitlerinde verilecek cezalar farklı bir kurgu ile oluşturulmalıdır. Mali cezaların caydırıcılığı sadece cezaya güç yetiremeyen kesim için etkilidir. Hatta bu kesimde dahi nasıl olsa cezayı ödemeyecek olma ruh hali varsa bu kişi için de ceza caydırıcı olmaktan çıkmaktadır. Bunun yerine cezaların her kişi için değerli olan şeyler üzerinden kurgulanması gerekmektedir. Her ne kadar bir ceza olmasa da yeniden eğitime katılmaya yönlendirme mutlaka cezaların bir parçası olmalıdır. Bunun dışında ihlali niçin yaptığını anlattığı bir video veya yazı almak, bir daha niçin tekrarlamayacağını bu video veya metinde vurgulatmak etkili sonuçlar verebilecektir. İnsanlar bir şeyi yazdığında o kurala uyma konusunda daha dikkatli davranmaktadırlar. Benzer ihmalleri yapan kişilerin sebep olduğu gerçek veya kurgusal kazalara dair görüntüleri izletmek de etkili bir yöntem olacaktır. Ehliyet gibi çalıma hayatı için düzenlenmiş belgesini belirli süre kullanamaz hale getirmek bir ileri seviye ceza olabilir. Bu konuda bir sicil kaydı tutuluyorsa bu olayı siciline işlemek de bir başka adım olabilir.

Bu konuda ihmal edilen bir hususta ödüllendirmedir. Tüm başarıları ceza ile elde edemezsiniz. Ödüllendirme de eğitimin bir unsuru olarak kurgulanmalı ve kullanılmalıdır. Sıfır kazaya verilecek teşvik primleri, bireylere dönük mali veya taltif edici ödüller vb. kurgular için de düzenlemelere ihtiyaç bulunmaktadır. Örneğin bir şantiyeyi sıfır iş kazası ile bitiren bir yükleniciye ve çalışanlarına verilecek prim ciddi bir motivasyon oluşturabilir.

Etkin bir eğitim, etkin bir denetim ve etkin bir cezalandırma sistemi ile iş güvenliği konusunda ciddi ilerlemeler sağlanabilir. Unutulmamalıdır ki asıl amacımız kazaları engellemektir. Kazalara sebep olan tek şey çalışan değildir. Doğru makinaların seçimi, makinaların doğru yerleştirilmesi, düzenli bakım gibi unsurlarda dikkatlice değerlendirilmelidir. Bir asansör, arıza yapıp düşüşe geçtiğinde, kullandığınız kask sizi korumayacaktır. İnsan dışı unsurlar ile ilgili de doğru adımlar atılmalıdır. Özellikle çalışanların ihlalleri ihbar edebileceği bir mekanizma kurulmalıdır. İhbarcının kimliğinin gizlenebildiği ve sadece kazayı önlemeye dönük hareket eden bir organizasyona ihtiyaç vardır. Tıpkı gönüllü denetçiler gibi işçilerinde iş güvenliği sürecinin bir parçası haline getirilmesi gerekmektedir. Genelde ülkemizde oluşturulan bu tür mekanizmalar, insanların bir diğerinin işini sekteye uğratmak için kullandığı fırsatlar olabilmektedir. Oluşacak yapı iş durduran, sanayiyi çalışmaz hale getiren bir yapıya dönüşmemeli, sadece ve sadece güvenliği sağlayıcı bir faaliyet olarak kalmalıdır. Hakkında ihbar yapılan işveren veya şantiyedeki yetkiliye konunun intikal ettirilmesi, çözüm için süre ve koşul tanımlanması ve nihayetinde gerekli düzeltmenin yapılıp yapılmadığının sorgulanması ve eğer adım atılmıyorsa bir sonraki aşamaya geçilmesi daha çözüm odaklı bir yaklaşım olacaktır.

Bir bireyin başına gelen bir kaza toplumda çok farklı kişileri olumsuz etkilemektedir. Bir kişi sakat kaldığında veya öldüğünde sadece o kişi etkilenmemektedir. Birinin evladı, birinin eşi, birinin babası, birinin kardeşi, komşusu vb. bir etkileşim ağı ile birçok insan bu olaydan az veya çok negatif etkilenmekte ve toplumsal bir yara oluşmaktadır. Alınacak her tedbir yaraları saracak veya yenilerinin oluşmasını engelleyecektir. Ama şu unutulmamalıdır ki alınacak en önemli tedbir, iş sağlığı ve güvenliği kurallarını bir yaşam refleksi haline getirmiş bir toplum oluşturmaktır.

Kablosuz İletişim Cihazlarının Kurulumunda İş Sağlığı ve Güvenliği

Kablosuz iletişim cihazlarının kurulumunda iş sağlığı ve güvenliği iki farklı perspektiften ele alınmalıdır. Birincisi kurulumu yapan kişi veya kişiler ile kurulum esnasında etrafta olan kişi ve cihazların güvenliği, ikincisi cihazın kullanımı sırasında çevrede bulunan kişilerin sağlığı ve güvenliğidir.

KURULUM ESNASINDA DİKKAT EDİLMESİ GEREKEN KONULARIN BAŞINDA YÜKSEKTE ÇALIŞMA KURALLARI GELMEKTEDİR. BU CİHAZLAR GENELLİKLE TAVAN VEYA DUVARIN YÜKSEK NOKTALARINA YA DA ÇATI, KULE, DİREK GİBİ YÜKSEK DIŞ ORTAMLARA MONTE EDİLMEKTEDİR. BUNA EK OLARAK ELEKTRİKLİ ORTAMLAR, KESİCİ DELİCİ ALET KULLANIMI KURALLARI İLE GENEL İŞ GÜVENLİĞİ KURALLARI DA DİKKATE ALINMALIDIR.

  • İç ortamda yapılan kurulumlarda kullanılacak merdiven ve benzeri yükseklik sağlayan aletler standartlara uygun olmalı ve kullanım kılavuzuna uygun şekilde kullanılmalıdır.
  • Dış ortamlarda ise kule vinç, sepetli vinç, merdiven vb. cihazlar kullanılabileceği gibi direkt erişimle çatıda kurulum da yapılabilir. Her durumda uygun emniyet kemeri ve diğer kişisel koruyucu ekipmanlar kullanılmalıdır.
  • Delme veya kaynak işlemi yapılacak ise bu işe özel tedbirler alınmalıdır. Delici ve kesici aletlerin koruma parçalarının takılı olması gereklidir. Ayrıca bu işlemleri gerekli eğitimleri almış personel yapmalıdır. Göz ve yüzü parçalar ve aşırı ışıktan koruyacak ekipmanlar ile eldivenler bu işlemler sırasında mutlaka kullanılmalıdır.
  • Montaj alanında işaretleme yapılmalı ve insanların merdiven veya platformun yanından veya altından geçmesi engellenmeli olası riskler bertaraf edilmelidir.
  • Kurulumu yapan kişinin merdiven veya platformdan sarkma ve sünme yapmaksızın rahat bir pozisyonda kurulum yapması için gerekli durumlarda platform hareket ettirilmeli aksi bir kullanıma müsaade edilmemelidir.
  • Eğer kurulum esnasında elektrikli bir aygıt kullanılıyor ise kabloların geçişlerde risk oluşturmaması sağlanmalıdır. Ayrıca kablo makaraya sarılı ise makara tamamen açılmalı ve ısı vb. etkilerle oluşacak sorunlar bertaraf edilmelidir.
  • Cihaz enerji bağlantısı hatta enerji yokken yapılmalıdır. Eğer hatta enerji varsa sigorta veya anahtar kapatılmalı ve başında bir görevli iş bitene kadar beklemelidir.
  • Özellikle yüksek frekansta çalışan ve çıkış güçleri yüksek radyo link vb. cihazların ayarlanması ve devreye alınması esnasında, cihazın yayın istikametinde kimsenin bulunmaması sağlanmalıdır. Özellikle kurulumu yapan personelin cihaza çok yakın olduğu dikkate alınarak bu kişilerin korunması daha önemlidir. Gerekli durumlarda cihaza yanlış yerden yaklaşacak olan kişi, koruyucu ekipman ile korunmalıdır.
  • Özellikle yükseğe çıkacak kişinin sağlıklı ve dikkatini toplayacak durumda olması çok önemlidir. Halsiz, kırgın, ilaç kullanan, başı dönen, sara gibi sürekli rahatsızlığı olan kişiler ile kendisini o gün yüksekte çalışmaya hazır hissetmeyen personel işi yapmaya zorlanmamalıdır.
  • Özellikle çatılarda yapılacak çalışmalarda kaygan zemin konusunda dikkatli olunmalıdır. Kuş dışkısı vb. maddeler ile yağış gibi etkiler dikkate alınarak gerekli durumlarda iş ertelenmelidir.
  • Yine çalılarda martı tacizlerine karşı kuş kovalayıcı cihazlar hazır bulundurulmalı ve gerekli durumlarda aktive edilmelidir.
  • Kurulacak cihaz kurulumu yapan kişinin kaldıramayacağı kadar ağır veya montaj yapılacak yerin zorluğundan dolayı pratik değilse kaldırma işlemi için ek tedbirler alınmalıdır.

CİHAZLARIN KURULUMU TAMAMLANDIKTAN SONRA SİSTEM DEVREYE ALINACAK VE CİHAZLAR SÜREKLİ ÇALIŞACAKTIR. BU AŞAMADAN SONRASI İÇİN DE DİKKATE ALINMASI GEREKEN HUSUSLAR DA KURULUM AŞAMASINDA PLANLANMALIDIR.

  • Cihazların bulunduğu yerden düşmeyecek şekilde sağlam bir şekilde monte edilmesi gerekmektedir. Ayrıca en kötü durumda cihazların düşmesi ihtimaline binaen yer seçimi, insanların ve diğer cihazların zarar görmeyeceği şekilde dikkatlice yapılmalıdır.
  • Elektrik bağlantıları ark oluşturmayacak şekilde, doğru sarf malzemeleri kullanılarak yapılmalıdır.
  • Topraklama sağlıklı olmalıdır.
  • Bağlantı noktaları izole edilmeli ve çıplak kablo kalmamalıdır.
  • Özellikle yüksek frekanslı ve çıkış güçlü cihazlar için güvenli yaklaşma mesafesi hesaplanmalı ve insanların normal koşullarda bu alanlarda bulunması engellenmelidir. Bu engelleme doğal olarak sağlanamıyor ise mutlaka çit vb. malzemeler ile bu sağlanmalıdır.
  • Her türlü cihazın belirli bir kişi veya grubun düzenli ve uzun süreli bulunduğu bir alana bakması veya en azından belirli bir mesafeden daha yakın olması engellenmelidir. Özellikle banko ve sekretarya gibi sürekli oturmayı gerektiren yerlerde bu hususa dikkat edilmelidir.
  • Cihazların izin verilenden daha yüksek güçle yayın yapması engellenmelidir.
  • Bir ortamda izin verilenden daha yüksek elektromanyetik dalga varlığı engellenmeli. Gerekli durumlarda ölçümler yapılarak kişiler korunmalıdır.
  • Kabloların geçişlere tehdit oluşturmayacak şekilde kanal veya boru içerisinden geçmesi sağlanmalıdır.
  • Kablo kesitlerinin uygun olmasına dikkat edilmelidir.
  • Cihazların geçişler sırasında başa çarpmayacak şekilde kurulması önemlidir. Özellikle görme engellilerin baş hizasın kontrol edemeyeceği düşünülerek kurulumlarda yükseklik dikkate alınmalı ve eğer zorunlu olarak alçak kurulum yapılması gerekiyorsa görme engelliler için yürüyüş parkuru işaretlemesi yapılarak güvenlik sağlanmalıdır.

Elektromanyetik Kirlilik

Elektriğin keşfi ile başlayan ikinci sanayi devrimi, üretim bantları ve tek bir mile bağımlı olmayan makinalar ile üretimi ve üretim tesislerini basitleştirdi ve seri üretimin önünü açtı. Elektrik makinalarının bağımsız çalışabilme yetenekleri, üretimde bir devri kapatıp bir devri açan bir dönüşümü tetikledi. Elektronik endüstrisinin oluşması, sistemleri kontrol etmeye dönük çözümler ve otomasyon kavramı endüstri üçün temel dinamiğini oluşturdu. Özellikle haberleşme teknolojilerinde yaşanan gelişmeler, kontrol cihazlarındaki olağan üstü kapasite artışları ve akabinde gelen entegre dünya fikri endüstri 4.0’ın anahtarı oldu. Görünen o ki bu baş döndüren gelişme önümüzdeki yıllarda da devam edecek ve bizler daha fazla cihazla kuşatılacağız.Elektriğin hayatımıza girdiği ilk gün itibari ile farklı bir başlık daha açılmış oldu. Aslında hep var olan fakat varlığı ile ilgilenilmeyen bu başlık elektromanyetik dalgalardır. En basit hali ile bir iletken üzerinde iletilen elektrik akımı aynı zamanda bir elektromanyetik dalgayı da oluşturur. Şebekelerimizde kullandığımız veya bataryalar ile sağladığımız elektriğin etrafına yaydığı elektromanyetik dalgalar bizleri rahatsız veya tedirgin etmekten çok uzaktı. Özellikle yüksek frekanslı sistemler yayıldıkça bu dalgaların insan sağlığı üzerindeki olumsuz etkileri üzerine görüşler öne sürülmeye başlandı. Bugün itibari ile cep telefonları, yüksek gerilim iletim hatları, radyo, televizyon ve telsiz iletim sistemleri, kablosuz cihazlar, mikrodalga cihazlar, evdeki tüm elektrikli aletler, bilgisayarlar vb. birçok üreteç ile direkt etkileşimde olan insanoğlu ciddi bir tehdit ile karşı karşıyadır. Etrafımızı tıpkı sis bulutu gibi saran bir elektromanyetik kirliğin içinde yaşıyoruz. Her ne kadar bu sisi görmesek de varlığını hissetmek o kadar da zor değil. Birçok insan televizyon vericilerinin yakınlarında radyolarının çalışmadığını veya araç kumandası ile araçlarını açamadıklarını fark etmişlerdir. İşte sisin bu denli yoğun olduğu ortamlarda kendini açıkça ortaya koyan bu yeni kirlilik türü hayatımızın her anında bizi kuşatmaya devam ediyor.

Tıpkı hidrokarbon yakıtlarda olduğu gibi elektromanyetik dalgalar ile olan ilişkimizi de tamamen sonlandıramayacağımız gayet açık bir gerçekliktir. Tüm haberleşme sistemlerinden veya aydınlatmadan hatta üretim tekniklerinden vazgeçmeye pek niyetimiz yok. Burada önemli olan ne ile çevrili olduğumuzu bilmek, insan ve diğer canlılar için tehdit oluşturan doz ve düzeyleri tespit etmek, belirli düzenlemeler ile tehdit sınırlarının üstündeki yayınımları engellemek veya zorunlu ortamlar var ise o bölgede çalışan insanlar için kişisel koruyucu ekipmanları tayin edip kullanımını takip etmektir.

Elektromanyetik dalgaların insan sağlığına etkileri incelenirken kullanılan farklı kıstaslar bulunmaktadır. Bu dalgaların aynı zamanda bir enerji kaynağı olduğu dikkate alındığında, insan vücudunda sebep oldukları ısı artışı önemli bir değerlendirme kriteri olarak kabul edilmektedir. Bu ölçüt kullanılarak yapılan değerlendirmeler ısıl olmayan etkileri göz ardı etmekte ve farklı sorunları dikkate almamaktadır. Elektromanyetik dalgaların bazı insanlarda boğazda kuruluk hissine, göz şikâyetlerine, baş ağrısına, uykusuzluk ve yorgunluğa, farklı alerjilere, sese karşı aşırı duyarlılık veya işitme kayıplarına sebep olduğu gözlemlenmiştir. İnsan vücudunda sinir sisteminin elektriksel sinyaller ile çalıştığı dikkate alınırsa, ısıl olmayan etkilerin de dikkate alınması gerektiği rahatlıkla söylenebilir. Tıpkı otobüslerde olduğu gibi (!) vücudumuzun da kontrol sistemleri elektriksel işaretler kullanıyor ve doğal olarak etraftaki cep telefonu gibi sinyallerden etkileniyor. Her etkileşim sorun doğuramayabilir fakat mutlaka incelenmelidir.

ELEKTROMANYETİK KİRLİLİK VE ETKİLERİ DEĞERLENDİRİLİRKEN DİKKAT EDİLMESİ GEREKEN PARAMETRELER ŞUNLARDIR:DALGANIN FREKANSI

Frekans bir işaretin birim zamandaki tekrarlama sıklığı olarak tanımlanabilir. Örneğin şebeke elektriği saniyede elli defa kendisini tekrarlar ve frekansı 50 Hertzdir. Bizleri etkileyen elektromanyetik yayınımı (EMR), frekans açısından iki başlıkta ele alınır. Birincisi, çok düşük frekanslı elektromanyetik alanlardır. Bu dalgalar günlük kullandığımız elektrikli aletler tarafından yayınlanır ve ELF bandı olarak isimlendirilir. İkincisi ise özel anten sistemleri kullanılarak üretilen ve özellikle haberleşme amaçlı kullanılan mikro dalga frekans (RF-MW) bandırır. GSM baz istasyonları, cep telefonları ve radyo-TV vericileri bu tipte elektromanyetik dalga yayarlar. Bu iki farklı tipin insan ve diğer canlılara verdikleri zarar farklı niteliktedir. Çokça dile getirilen “Bir saç kurutma makinesinin yaydığı elektromanyetik alan cep telefonundan daha fazladır.” ifadesi aslında teknik bir kandırmadır. Her ne kadar gerçeği ifade ediyorsa da kastedilen şeyin “zararı daha azdır” olduğu dikkate alınırsa iyi gizlenmiş bir yalan olduğunu ifade etmek gayet doğrudur. En basit ifade ile 500-1000 Watt gücündeki bir mikro dalga fırın, bir besini birkaç dakikada pişirebildiği halde, aynı güçteki bir ısıtıcı ile pişirme süresi çok daha uzun olmaktadır. Kaldı ki fırında ana unsur EMR olduğu halde ısıtıcıda asıl unsur direnç neticesi oluşan ısıdır. Buradaki elektromanyetik radyasyonun pişme sürecine katkısı yok hükmündedir. Kaldı ki maruziyet süresi açısından da iki kaynak karşılaştırılabilir değillerdir.

Bu formülde;

P: Cihaz çıkış gücünü (Watt),
G: Anten kazancını (dBi),
E: Elektrik alan limit değerini (Tablo-1 deki tek bir cihaz için limit değeri olacaktır) (Volt/metre),
d: Güvenlik mesafesini (metre),

ifade eder.

2) (Değişik: RG-9/10/2015-29497) Okul öncesi eğitim ile temel eğitim kuruluşlarının bulunduğu mahallerde ve çocuk oyun parklarında güvenlik mesafesi hesabı yapılırken, çocuklar için ayrılmış oyun alanları sınırı ve okul öncesi ve temel eğitim kuruluşlarının bahçe sınırları dikkate alınır.

(3) Sağlık kuruluşlarında kurulacak elektronik haberleşme cihazlarının; tıbbi cihazların etkilenmemesi amacıyla ortamda oluşturacağı elektrik alan şiddet değeri, E= 3 V/m’yi geçemez.

MARUZİYET SÜRESİ

Canlının dalga ile ne kadar süre ile etkileştiği ise bir diğer parametredir. Yüksek gerilim hattının oluşturduğu kirlilik, altından geçen bir kişiye hiç zarar vermediği halde, çok yakın mesafede bir evde yaşayan insanlara verdiği zararlar bilimsel çalışma ve gözlemlerle ispatlanmıştır. Aynı şekilde bir cep telefonu baz istasyonunun yayılım alanında, kaynağa yakın mesafede ikamet eden kişiler ile ilgili de benzer çalışmalar yapılmış ve olumsuz etkiler gözlemlenmiştir. Bir parantez olarak şunu ifade etmek isterim ki baz istasyonları küresel yayın yapmadığı için genellikle çatısında bulundukları konutlardan ziyade komşuya tesir etmektedir. Dolayısı ile çatınıza bu cihazları koydururken komşunuza verebileceğiniz zararları hesaba katmalısınız. Eğer yakın mesafede bir komşunuz varsa mutlaka kaçınmalısınız.

Gün geçtikçe elektromanyetik kirlilik ile ilgili duyarlılık artmakta ve olumlu adımlar atılmaktadır. Bununla birlikte kaybedilen her gün gelecek nesiller için bir tehdit olarak durmaktadır. Özellikle kişileri ve doğal olarak diğer sistemleri korumak için geliştirilen uluslararası kriterler, hangi frekansta ne kadar güçle yayın yapılabileceğini, bir alandaki EMR miktarının üst sınırını veya bulunma mesafesi gibi koşulları tanımlamıştır ve ülkemizde de bu kriterler uygulanmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü’nün de takip ettiği ve desteklediği bu sınırlamalar elbette çok önemli adımlardır. Fakat gelişmiş ülkelerin kendi şehirlerinde daha sıkı limitler uyguladığı düşünüldüğünde bizim de atmamız gereken adımlar olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Ülkemizde uygulanan limitler Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu tarafından yayınlanan, “Elektronik Haberleşme Cihazlarından Kaynaklanan Elektromanyetik Alan Şiddetinin Uluslararası Standartlara Göre Maruziyet Limit Değerlerinin Belirlenmesi, Kontrolü Ve Denetimi Hakkında Yönetmelik” ile tanımlanmaktadır. İlgili yönetmeliğin elektromanyetik alan şiddeti limit değerleri ile ilgili maddesi aşağıdaki gibidir.

MADDE 16 – (Değişik: RG-9/10/2015-29497)

(1) Tablo-1’de yer alan elektrik alan ve manyetik alan şiddeti;

a) Ortam için, Uluslararası İyonlaştırmayan Radyasyondan Koruma Kurulunun (ICNIRP) belirlediği ve bu maddenin yürürlük tarihi itibarıyla geçerli olan toplam limit değerlerinin dörtte üçünü (3/4) aşamaz.
b) Tek bir cihaz için çevre ve insan sağlığı dikkate alınarak; Uluslararası İyonlaştırmayan Radyasyondan Koruma Kurulunun (ICNIRP) belirlediği ve bu maddenin yürürlük tarihi itibarıyla geçerli olan limit değerin dokuzda ikisini (2/9) aşamaz.

İnsanların yaşam alanları ve diğer bölgeler mutlaka ayrı ayrı ele alınmalıdır. Şehirler arası bir yolda yaşam alanlarından uzak ve yüksek kulelerde duran baz istasyonları ile komşunun çatısında duran baz istasyonunu aynı kriterlere tabi tutmak yanlıştır. Tıpkı pasif sigara içicilerinde olduğu gibi EMR için de kendi tüketmediği halde başkalarının tüketimi dolayısı ile risk altında olan insanlar için yasal düzenleme ve takiplere ihtiyaç vardır. Kişinin kendi kullandığı bir cihazdan etkilenmesi bir tercih olarak sınıflandırılabilirken, çatılara gizlenmiş cihazlara maruz kalan kişiler farkında olmadıkları bir tehdit ile karşı karşıya kalmaktadırlar. Konunun gündeme geldiği her ortamda cep telefonları ve baz istasyonlarının öne çıkması, yaygın olmaları, insanlarla iç içe olmaları ve frekanslarının yüksek olması dolayısı ile doğaldır. Bununla birlikte TV vericileri, WiFi, bluetooth, dect telefonlar, mikro dalga fırınlar, televizyonlar ve diğer üreteçler gündem dışı tutulmamalıdır.

TV vericilerinin yaydığı dalgaların engellenmesi için atılan adımlar oldukça başarılı sonuçlar vermektedir. Uydu yayınları, kablo TV, IP TV gibi yeni teknolojiler karasal yayın ihtiyacını oldukça azaltmıştır. Bununla birlikte kanal sayısındaki anormal artış, etkilerin yeterince azalmasını mümkün kılamamıştır. Karasal dijital yayın ile bu soruna bir çözüm üretilebilecektir. Özellikle anten sayısının azalacak olması ciddi bir aşamadır. Ayrıca bu yayınların yapılacağı yerlerin yaşam alanlarına, özellikle konutlara uzak seçilmesi veya yüksek kuleler ile bunun sağlanması hala önemini korumaktadır.

Haberleşme radyolarının da aynı şekilde insanlardan izolasyonu sağlanmalıdır. Bu cihazlarda noktadan noktaya haberleşme yapıldığı dikkate alınırsa, yayının daha dar açılarla yapılması ve iki nokta arasında dalga ile etkileşim halinde olan binaların bulunmaması, zararlı etkileri ortadan kaldıracaktır. Elbette ki bu alanda yaşayan kuşlar ve diğer canlıların da bu etkilere maruz kaldığı düşünülürse, haberleşmenin ağırlıklı fiber ortamlara aktarılması daha etkili sonuçlar doğuracaktır. Aynı şekilde şehir içlerindeki yüksek gerilim enerji iletim hatlarının yer altına alınarak koruyucu önlemler ile etkilerinin izole edilmesi de atılması gereken adımlardandır.

Baz istasyonlarının limitleri özellikle şehir içlerinde daha da aşağıya çekilmelidir. Anten teknolojilerindeki gelişmeler veya ek cihaz yatırımları ile bunu yapmak mümkün olacaktır. Femtocell benzeri teknolojiler de bu kapsamda değerlendirilmeli ve dalga yayılımları ile ilgili daha titiz olunmalıdır. Her türlü şehir mobilyası kullanılarak gizlenmiş cihazlar ancak kişilerin gözünü örter, dalgaların varlığı devam ettiği müddetçe risk de devam ediyordur.

Devletin yaptığı düzenlemeler ve getirdiği sınırlamalar, elektromanyetik kirlilik ile ilgili ciddi kontrolleri mümkün kılmaktadır. Bu çalışmalara ek olarak yapılması gereken ciddi bir bilgilendirme ve bilinçlendirme çalışmasına da ihtiyaç vardır. Tıpkı sigara da olduğu gibi bu dalgaların zararları bir sistematik içerisinde insanlara anlatılmalı ve insanlar nasıl korunabilecekleri konusunda bilgilendirilmelidir. Belki de gelecekte bir gün bu cihazların üzerine “sağlığa zararlıdır” etiketi takma zorunluluğu dahi getirilecektir!

Bireysel olarak bu etkilerden nasıl korunabiliriz? Bu soruya verilecek cevaplar yaygın bir şekilde ulaşılabilir durumdadır. Her birey hem kendisini hem de sevdiklerini korumak üzere bu konuda okumalar yapmalıdır. Bununla birlikte önemli bazı hususlara değinmekte fayda var. Evlerde büyük rahatlık sunan bazı aletlerden kurtulmak veya bu cihazları doğru kullanmak önemli bir adım olabilir. Öncelikle mümkün olduğu müddetçe kablolu aygıtlar kullanılmalıdır. Kablosuz kulaklık yerine kablolusu, kablosuz mouse klavye yerine kablolusu, WiFi yerine ethernet, dect telefon yerine normal telefon kullanmak bir adım olabilir. Cep telefonunu direkt kulağa dayamak yerine kulaklık ile kullanmak, yatak odasında şarj etmemek, çekim kalitesi düşük alanlarda kullanmamak koruyucu bir yaklaşım olacaktır. Yine cep telefonu ile uzun süre konuşmamak, konuşulacak ise kulaklık kullanmak, mümkün değilse hands free modda kullanmak, telefonla etkileşim halinde geçirilen süreyi sınırlamak ve her durumda telefonu mümkün olan en uzak mesafede tutmak da önerilebilecek bir yöntemdir. Mikro dalga fırını kullanmamak, tüplü televizyonları değiştirmek, evin özellikle yatak odalarına yakın mesafedeki baz istasyonlarını takip etmek ve gerekiyorsa kaldırılmasını talep etmek de bir başka faydalı adım olacaktır. Son olarak kullanılmadıkları zaman dilimlerinde tüm elektrikli cihazlarının güç girişinin engellenmesi veya fişinin çekilmesi, kısacası bekleme modunda bekletilmemesi de alınacak tedbirlerdendir.

Tüm bu söylenenlerin üzerinde, en etkili korunma yöntemi bilinçli bir toplum oluşturmaktır. Her ne kadar zararları çok açık bir şekilde ispatlanmış olmasa da elektromanyetik dalgaların zarar verebileceği bir tartışma konusu değildir. Tartışılan bu zararların ne boyutta olduğudur. Bugün bu dalgaların kanser ile olan ilişkisi, psikolojimize etkisi, göz gibi organlara etkileri, gebelik ile ilgili sonuçları üzerine yapılan çalışmalar ciddi bir tehdit ile karşı karşıya olduğumuzu göstermektedir. Elektromanyetik yayınım yapan cihazlar çok yaygın hale gelmiş olsa da yolun başında olduğumuzu söylemek çok da yanlış olmayacaktır. Bugünden atılacak adımlar, toplumun bilinçlendirilmesi ve alternatif çözümler ile ilgili yaklaşımlar, bu sorunun gelecek nesillere miras kalmasını engelleyebilecektir.

Geçmişte hava kirliliği bültenlerinin yayınlandığını hepimiz hatırlıyoruz. Benzer bir çalışmaya EMR konusunda ihtiyaç bulunmaktadır. Mobil sistemler ve sabit istasyonlarla, tıpkı meteoroloji ölçümleri gibi düzenli ölçümler yapılmalı, sınırları aşan unsurlar tespit edilmeli, insanlar ölçüm değerleri konusunda bilgilendirilmeli ve şartların normalleşmesi ve iyileşmesi için bu değerlerden faydalanmalıdır. Özellikle çocuk oyun alanları, okullar, hastaneler düzenli olarak ölçümlenmeli ve gerekli önlemler alınmalıdır. Gelecekte, yerel yönetimlerin potansiyel riskli alanlarda düzenli ölçümler yapması, çöp toplamak gibi bir vazifeye dönüşecektir.

Elektromanyetik yayınımların oluşturduğu kirlilik gündemimizde önemli bir başlık olarak durmalıdır. Geçmişte tütün ve tütün mamullerinde olduğu gibi, güçlü finansal kaynakları olan sektör paydaşlarının hazırlattığı ve zararları yok veya olduğundan düşük gösteren çalışmalar büyük bir felaketin habercisi olmasın! Bağımsız ve bilimsel çalışmalara kaynak ayrılması, bu çalışmalar neticesinde varılan sonuçların dikkate alınması geleceğimiz için önemlidir. Mikro dalga kullanımını minimize edici çözümler öncelenmelidir. Özellikle fiber yatırımlarının önündeki engeller kaldırılmalı ve ana taşıyıcı unsur olarak fiber ortamının kullanılması desteklenmelidir. Tüm bunların üzerinde asıl ihtiyaç duyduğumuz şey daha önce de vurguladığımız gibi bireylerin ve toplumun bilgilendirilmesi ve bilinçlendirilmesidir.

Ar-Ge ve İnovasyonda Yeni Yaklaşımlar

Ülke ekonomisinin katma değeri yüksek yüksek teknoloji ürünlerden aldığı payın yükseltilmesi hayati önemde bir öncelik olarak tanımlanmalıdır. Ağırlıklı hizmet sektörüne odaklanan iş gücü ve inşaat sektörüne odaklanan sermayenin yüksek teknolojiye yönlendirilmesi için gerekli çalışmaların yapılması ve bir politika çerçevesinde hareket edilmesi gerekmektedir.

AR-GE faaliyetlerine ayrılan kaynak, yüksek teknoloji konusunda çok ciddi mesafelerin alınmasına zemin hazırlamıştır. Bununla birlikte beklenen sıçramanın sağlanabilmesi için bazı yaklaşım değişikliklerine ihtiyaç bulunmaktadır. Projelerin belirlenmesi ve takibi konusunda daha sonuç odaklı yaklaşımlara ihtiyaç vardır. Proje desteği bazı durumlarda sadece belirli bir dönem bir kaynak kullanımı şeklinde kurgulanabilmekte ve beklenen sonuçları doğurmamaktadır.

Bir öneri olarak ürün veya AR-GE siparişi verilmesi üzerine odaklanılabilir. Bir çalışma sonucunda ortaya çıkması beklenen ürüne ilişkin mevcut piyasa koşulları dikkate alınarak verilecek siparişler ve uygun zaman planları ile talipli firmaların kendi öz kaynakları veya yatırımcıların sunacağı imkânlarla yapılacak AR-GE faaliyetleri teşvik edilebilir. Bu yöntemle başarılı AR-GE süreçlerinde ciddi bir artış olacağını düşünmekteyim.

Bu yaklaşım ile özel fon ve sermayelerin de AR-GE bütçesine katılması, dolayısı ile toplam kaynağın yükselmesi sağlanabilir. Mevcut durumda devlet kaynaklarının baskın durumdadır. Bu yaklaşımla özel sektör sermayesi de ciddi bir katkı sağlar hale gelecektir. Bir yatırımcının en büyük tereddüttü yapılan çalışmanın satılmaması, dolayısı ile yatırdığı kaynağın geri dönüşünün olmaması veya gecikmesidir. Ön sipariş ile başlayan bir süreç bu endişeleri izale edecektir. Aynı şekilde girişimciler ve fikir sahipleri de bu yöntem ile daha cesur ve atak olacaklardır.

Bu yöntem hali hazırda dış kaynaklı kullanılan ürünler için kullanılabileceği gibi tamamen yeni ihtiyaçlar için de kullanılabilir. Burada temel prensip ihtiyaçların karşılanmasına dönük satın almanın, fikrin ilk aşamasında kontrata bağlanmasıdır.

Aynı şekilde belirlenmiş kriterlere uygun AR-GE faaliyetlerinin ihtisas firmalarına sipariş edildiği ve AR-GE fonlarının kullandırıldığı çalışmalarda önemli katkı sağlayabilir. Bu süreçte TÜBİTAK üzerinden AR-GE siparişi veya yatırımcılar tarafından AR-GE siparişi gibi yaklaşımlar için modeller oluşturulmalıdır.

AR-GE süreçlerinin tamamının bir ürüne dönüşmesini beklemek doğru olmasa da kaynakların verimli kullanımı için süreç iyileştirmelerine her aşamada ihtiyaç olduğu unutulmamalıdır. Sınırlı kaynakların doğru şekilde kullanılması başarının anahtarı olacaktır.

Bunlara ek olarak insan kaynağının doğru konumlanması da yüksek teknolojiden alınan payın artmasını sağlayacaktır. İhtisas okulları ile yeni neslin, odaklı bir şekilde yönlendirilmesi üzerine çözümler oluşturulmalıdır. Gençliğin bilişim kullanıcısı olarak rolü ne yazık ki tüketici kategorisine hapsolmuştur. Gençliğin bilişim tüketicisi olmak kurtarılıp, bilişim üreticisi haline evirilmesi gerekmektedir. Bilişimle kalkınma raporlarında dikkat çekilen başlıklar çerçevesinde bilişim okulları vb. çözümler ile gençlik katma değerli işler yapabilir düzeye getirilmelidir. Asgari ücretli iş alanlarında istihdam edilen bir insanın belirli bir süre sonra çok daha yüksek ücretler alabilmesi ancak birikim elde etmesi ile mümkündür. Çağrı merkezi, güvenlik, park hizmeti vb. gelecekte yükselme ve birikim vaat etmeyen iş kollarına yönelen insanlar, tüm iş hayatları boyunca asgari ücret düzeyinde veya civarında ücretlerle çalışacak ve sürekli bir asgari ücret gündemimiz olacaktır. Hâlbuki kendi mesleğinde mesafe kat edebilen insanlar için asgari ücret sadece bir başlangıç noktası olacak ve belirli bir aşamada gündemlerinden tamamen çıkacaktır.
Tüm bu değerlendirilmelerin neticesinde şu tespit yapılabilir: yeni nesil teknolojileri kullanan değil üreten ve bu teknolojileri katma değeri yüksek işler için kullanan bir ülke vizyonu, doğru kurgulanmış eğitim, yönlendirme, AR-GE ve inovasyon politikaları ile mümkün olacaktır.

İletim Hatlarının İzlenmesi ve Denetlenmesi

Enerji iletim hatlarının izlenmesi ve denetlenmesi birkaç sebepten dolayı önemli bir başlıktır. Arızalara hızlı müdahale edebilmek, kaçakları önlemek, enerji arz güvenliğini sağlamak vb. birçok alt başlık, iletim hatlarının izlenmesini ve denetlenmesini zorunlu kılmaktadır.

Enerji iletim hatlarında kısa devre, kopma (açık devre), kaçak trafo bağlanması gibi farklı riskler vardır. Böylesi bir durumun tespit edilmesi bazen mümkün olsa da farklı bir soru daha gündeme gelir: arıza nerede? Arızanın konumunun bilinmemesi bir hattın boydan boya gezilmesini gerektirebilir. Bazı durumlarda ise (kaçak trafo gibi) olay fark edilememekte ancak ihbar ve anlık denetimlerle olaylar tespit edilebilmektedir.

Bir arızanın oluşmasının getirdiği maliyet bir yana arızanın giderilmesi için yapılan maliyetler açısından dahi arızayı hızlı bir şekilde algılamak ve ekipleri doğru noktaya yönlendirmek bir işletme ihtiyacı olarak durmaktadır. Kaldı ki enerji sürekliliği açısından bakıldığında bu ihtiyaç bir kat daha önem kazanacaktır.

İletim hatlarında oluşan enerji kesilmesini algılamak için basit düzenekler kurulabilir, aynı şekilde kısa devre vakıalarını algılamak da mümkündür. Kaçak trafo vb. ihlaller için ise daha akıllı yapılara ihtiyaç duyulacağı aşikardır. Bir şebeke üzerinde belirlenen önemli noktalardan alınacak bilgiyi bir veri merkezine ileten ve değişimleri bu merkez üzerindeki bir yazılımla izleyen bir sistem ile hem arızayı tarif etmek hem de coğrafi konumunu belirlemek mümkün olacaktır.

Kurulacak bu sistemlerde sahada konumlanan cihazların bir ID’si olmalı ve konumları net bir şekilde sisteme işlenmelidir. Ayrıca haberleşme için GSM kullanılması haberleşme sürekliliği açısından daha akıllıca olacaktır. Sistemin ihtiyaç duyduğu enerjinin iletim şebekesinden alması ve her ihtimale karşı pil yedekli olması da diğer bir özellik olmalıdır. Sistem, iletim teli üzerinden geçen akımı ve gerilimin genliğini belirleyerek farklı bilgileri üretebilecektir. Birbirine yakın noktaların bilgisinin iletilmesi için tek bir GSM modülü kullanılmalıdır. Ölçüm cihazı ile haberleşme modülü arasındaki iletişim RF olur ise montaj kolaylığı sağlanmış olur. Her bir noktada en az üç ölçüm yapılacağı dikkate alınırsa bu yaklaşım ciddi bir maliyet tasarrufu sağlayacaktır. Sistemin ne sıklıkla bilgi ileteceği sistemi kurgulayan ekip tarafından belirlenecektir. Kesintisiz hatlarda kaç kilometrede bir tespit sistemi kurulacağı da yine işletmeci tarafından belirlenmelidir.

Kurulan bu sistemin mevcut diğer sistemlerle entegre edilmesi de ayrıca önemlidir. Elde edilen arıza veya kaçak bilgisinin direkt olarak iş emrine dönüştürülmesi hem süreçleri hızlandıracak hem de ihmalleri ortadan kaldıracaktır.

Yakın gelecekte bu tarz izleme sistemlerinin yaygınlaşacağını ve bazı ek özelliklerle gelişeceğini öngörmekteyim. Gerek yurt dışı gerekse de yerli firmaların, oluşacak bu pazarda ciddi bir rekabete gireceği de bir diğer beklentimdir. İzlenebilir ve yönetilebilir bir genel şebeke için bu uygulamaların teşvik edilmesi ve hatta belirli bir aşamadan sonra zorunluluk haline getirilmesi gerekecektir.